DUYDUK DUYMADIK DEMEYİN! ÖKSÜZLERLE YETİMLERİN DONU DELİK KORUYUCUSU AZİZ HENRY GERİ DÖNDÜ!
KARNI AÇ GÖZÜ PEK!
UYKUSU VAR AHIRDA YATAR!
DERE KENARINDA HAYDUT BULUR, ELÇİLİKTE ZEVAL GÖRÜR!
BABASININ KILICI VAR, ONUN PEŞİNDE!
SEFALETTEN KURTULUNCA İŞİNDE GÜCÜNDE!
HANS CAPON’UN KAPRİSİNİ ÇEKER, ENSESİNE KÖYLÜNÜN TOKADINI YER!
“ANAM, BABAM, İNTİKAM DA İNTİKAM” DER, HENRY GELDİ HOŞ GELDİ!
“Ne oluyor yine ne bu tantana?” diye toplananlarımıza Kingdom Come: Deliverance’ı az biraz anlatalım, sonra ikinci oyunun meziyetlerine geçelim. KC:D, ülkemizde pek sevilen ilk Mafia oyununun arkasındaki isim olan Dan Vavra’nın gözünün nuru, gerçekçi temeller üzerine kurulan bir Orta Çağ tarihi kurgusu. İstanbul’un fethinden tamı tamına 50 sene öncesinde, Bohemya’nın bir köşesinde, kılıçlı kalkanlı pek çok RYO oyununda olduğu gibi toy bir ana karakterin köyünün işgali ertesinde geçiyor. Bohemya kaosa sürüklenmiş; kardeşi Kral Wenceslas’ın atıl kalmasından ötürü imparatorluğun dizginlerini eline almaya karar veren Macar Kralı Sigismund ortalığı kasıp kavurmakta. Kutsal Roma İmparatorluğu’nun en tepesindeki taht oyunları en başta tarlasını sürüp birasını kafaya diken köylüye sirayet ediyor elbette. Macar kralın başıbozuk ve otoriter gazabına uğrayan yerleşkelerden biri de bizim gariban Henry’nin köyü Skalitz oluyor. Kel ve bıyıklı Sir Markvart Von Aulitz’in Prag’dan gelme ordusu, Skalitz’i ateşe verip ebeveynlerini öldürünce, Kingdom Come Deliverance tecrübesi start alıyor ve Henry rolünde “hayata atılıp” Orta Çağ’da yolumuzu bulmaya çalışıyoruz.
KCD’de ne paramız pulumuz ne de bilgimiz görgümüz vardı. Skalitz derebeyi Sir Radzig’in peşine takılınca toplumda yükselme şansımızda doğuyordu ancak önce insan içine çıkınca giyecek üst baş, zor zamanlarda harcayacak birkaç sikke gümüş ve zalim dünyada yolumuzu bulmamıza yarayacak temel beceriler edinmemiz gerekiyordu. Kingdom Come: Deliverance tecrübemizi bunları ediniş şeklimizle yaratıyorduk. Bu noktada KCD oyuncusuna, bir oyunda görüp görebileceğiniz en anlamlı karakter gelişim süreçlerinden birini yaratıyor ve bizi okuma yazma bilmeyen, ne dövüşmekten ne çalışmaktan anlayan Henry’yi dişimizle tırnağımızla bir yerlere getirmeye itiyordu. Sonra da “arkası yarın” çekip, beklemeye alıyordu. Şımarık soylu çocuğu Hans Capon’a eşlikçi olarak Trosky yolculuğuna çıkıyorduk ve ilk oyun orada bitiyordu.
Oyunun 2024’ten 2025’e ertelenmesi ile 7 seneye tamamlanan bekleyiş nihayet burada sona eriyor. Warhorse Kingdom Come: Deliverance 2’yi çıkış tarihinin alışık olmadığımız kadar öncesinde basına sundu ki bugün burada sizlere incelemesini sunabilme şansına nail oldum. Ambargo tarihine inceleme yetiştirmeyi en son başarmamın üzerinden epey uzun bir zaman geçtiğinden Kingdom Come Deliverance 2 incelemesini bu şekilde günler öncesinden hazır edebilmek benim için (oyunun kendisi kadar büyük olmasa da) ayrı bir keyif kaynağı. En son Stalker 2’ye bu kadar önden erişim sağlayabilmiştik, onun sonu nasıl bitti biliyorsunuz. Neyse Stalker 2 travmasına dönmeyelim de KC:D 2 nasıl kendini gönüllere buyur ediyor artık ondan konuşmaya başlayalım.
Buralar eskiden hep dutluktu
Oyun tam da ilk oyunun bittiği yerde, Trosky yolculuğunda başlıyor. Kral Sigismund’un en büyük destekçilerinden Otto Von Bergow’a Sir Hanush ve Radzig adına bir mesaj iletmek üzere yoldayız. Normal şartlarda Von Bergow ile hasım olduğumuzdan yolda adamlarından oluşan bir devriye ile karşılaşıyor, gerilimli dakikaların arından “elçiye zeval olmaz” kartını oynayarak icazetimizi alıyoruz. Kamp kurup yancılarımız ve Hans ile az hoşbeş ettikten sonra şımarık müstakbel lordumuzun aklına yakındaki gölette yüzmek geliyor. Su kenarında çamaşır yıkayan köylü kızlarının şarkılarıyla sarhoş olan ikilimiz çaktırmadan onlara yaklaşmaya çalışırken arkalarında bıraktıkları kamp, bir haydut çetesi tarafından basılıyor. Kız peşine düşerken ekipman ve silahlarını sahilde bıraktıklarından dımdızlak kalıyorlar, üzerine bir de Henry omzuna ok yiyince oyuncular olarak Kingdom Come sefaletini eski bir dost gibi yeniden kucaklıyoruz.
Kingdom Come: Deliverance 2’nin hikayesi, iki oyuna yetecek kadar uzun ve etli. Oyunun ilk yarısı(ya da daha doğrusu %35-40’ı diyelim) Trosky bölgesinde Otto Von Bergow’a kendimizi kanıtlamamız ile geçiyor. Kendimizi kanıtlamamız derken bir savaşçı ve emir eri olarak kabiliyetlerimizden değil, bizzat kimliğimizi kanıtlamaktan bahsediyorum. Zira üst baş kir içinde, cepte para, elde itibar(veya Sir Hanush’un mührünü taşıyan mektup) yokken Bergow’un kalesinin kapılarından tekme tokat kovuluyoruz. Buralarda oyunun fazlasıyla şen şakrak bir tonu var; günün sonunda bulunduğumuz belde sıcak muharebelerin sahne aldığı bir bölge değil, Bohemya’nın kaosa sürüklenmemiş kısımlarından birinde fink atıyoruz. Hikâye bizi telaşa sokacak bir done barındırmıyor, olay örgüsü insanı peşinden sürükleyecek kuvvetli bir rüzgâra sahip değil. Farkı köyden iki sülalenin kimin hakkı olduğu belli olmayan bir tarladan sebep kan davalarına ortak olabiliyor, kasabanın ayyaş avcısını sırtlayıp kampına taşıyabiliyor, çingenelerin büyücülüklerine getir götür yapabiliyorsunuz. Köylünün derdine tasasına ortak olup, Hans Capon’un kaprislerini çektiğimiz Trosky senaryosu işlerin ciddileştiği son düzlüğüne kadar KC:D 2’nin “Audentes Fortuna Iuvat” yani “talih yürekli olana iltimas geçer” sloganına uygun ilerliyor.
Ancak dediğim gibi, Trosky hikayesinin sonlarına doğru işler ciddileşiyor; oyun basit bir elçilik göreviyle başlayan senaryosunun düğümlerini büyük bir maharetle çözüp, dur durak bilmeyen heyecan verici olaylar silsilesi sonunda bizi heyecanın esas doruğuna ulaşacağı yere, yani Kuttenberg bölgesine yolluyor. Trosky’nin aksine Kuttenberg yöresi, ona ismini veren kocaman maden şehrine ve dolayısıyla krallığın gümüş kaynaklarından bir tanesine ev sahipliği yaptığı için iç savaşın hem doğrudan muharebeler hem de dolaylı politik çekişmeler ile verildiği yerlerden bir tanesi. İşlerin büyümesi, maceranın medeniyete taşınması ve hem Henry hem de Hans’ın bir üst ligde oynamaya başlaması yüzünden ikilimiz ikili olarak kalamıyor; kendimize her biri birbirinden renkli üyelerden oluşma bir grup topluyoruz. Oyunun akışı da tıpkı yapımcıların belirttiği gibi Inglorious Basterds ve Ocean’s Eleven’ı andıran bir ritim tutturuyor.
Mizah ve entrikanın mükemmel uyumu
Oyun iki oyuna ayırsanız ayrılacak bu iki uzun parçasını tek bir oyun kılıfında bir arada tutabilmesini iki önemli etmene borçlu. Bunlardan ilki, insanı sık sık sesli güldüren kalitedeki mizahı. KCD2’nin her şeyin güllük gülistanlık olduğu Trosky görevlerinde oturtup, hikâye gaza bastıktan sonra bile aralara yeterli dozda itinayla sıkıştırmayı ihmal etmediği esprili ton, anlatısını daima eğlenceli tutan şey. Günün sonunda bu oyun, Orta Çağ’a açılan bir pencere olmayı kendine görev bilse bile, diğer pek çok RYO oyununda olduğu gibi bir fantezi evreninde geçmiyor. Bu bağlamda kuralları keyif vericiliği düşünülerek belirlenmiş bir spekülatif bir evreni parça parça tanıtarak, büyüsüyle, ölüsüyle, ejderhasıyla oyuncuya sevdirme opsiyonu da yok. “Kesişen yollarda iblis gördüm” diye ortalığı velveleye veren köylünün gizeminin ardında çoğu zaman oyunun dünyasında gerçeğe dönüşmüş bir mit değil, dudaklarınızdan dökülecek bir kahkaha saklı.
Oyunun anlatısını kıymetlendiren ikinci önemli etmen de Game of Thrones’daki gibi “bu hafta kim kimden intikam aldı, kim kimin ailesini katletti?” zalimliğinde olmayan politik çekişmeleri. Kingdom Come: Deliverance 2, fazlasıyla politik bir oyun ve bunu söylerken günümüz politikalarından bahsetmiyorum. Zira oyun 21. yy dert tasalarını tarihi kurgusuna enjekte etmekle ilgilenmiyor. Bahsettiğim 15. yy Bohemya’sının politik iklimi dahilinde sırıtmayan çıkar ilişkileri, ayakları fazlasıyla yere basan taraf değiştirmeler, sırf oyuncuyu şoke etmek için hikayeye eklenmemiş, sebep sonuç ilişkisini incelikle ve inanılır bir şekilde kurabilen ters köşeler. Oyunun en şoke edici olayları bile, olay örgüsüne titizlikle yedirilmiş. Ayrıca olayların takibini de rahat bir şekilde yapabiliyorsunuz. Yakın dönemden bir örnek vermek gerekirse, Zone’daki fraksiyonlar arasındaki çekişmeleri hem gereğinden uzun bir sürede hem de kafa karıştırarak kuran S.T.A.L.K.E.R. 2’nin aksine KCD2, kim, kiminle, nerede ve nasılı açıklamayı çok iyi beceriyor.
KCD2’nin komik anlarla politik çekişmeler arasında mekik dokuyan tonu da çok iyi belirlenmiş. İki oyunun anlatılarını birbirinden ayıran çok sayıda nüans olsa bile, Kingdom Come Deliverance 2’nin insanın üzerinde bıraktığı etkiyi Red Dead Redemption 2’ye çok benzettim. Hayır, KCD2, RDR2 gibi “imdi yürek yırtılır” bir oyun değil. Onun gibi dramını romantize etmeden, insan denen mahlukun acımasızlığını çok daha olaylara kayıtsız bir perspektiften aktarıp, Henry’nin olayların içindeki yerine odaklanıyor. Köyü yakılıp yıkıldı, ana babası öldürüldü diye intikam yemini eden ve sosyal basamakları olanca saflığıyla tırmanmaya başlayan bir köylü çocuğunun, tuttuğu tarafla savaştığı taraf arasındaki çizgilerin bulanıklaşmasına tanık oluşunu görüyoruz. Lakin günün sonunda her iki oyun da nihayetine erdiklerinde “vay be, nereden nereye…” dedirtişleriyle ortak bir paydada buluşuyorlar.
“Ben de senin gibi bir maceracıydım ama sonra omzuma ok yedim”
Oyunun mekaniklerine gelirsek, Kingdom Come: Deliverance 2, ilki(ve yine RDR2 gibi) simülasyon elementleri barındıran bir “dönem oyunu.” Orta Çağ’da hayatınızı idame ettirmek için ihtiyaç duyacağınız becerileri edinmek ve bunlarla hayatta kalmak tecrübenin temelini oluşturuyor. Köylünün işine koşarken çamura battıysanız veya girdiğiniz bir dövüşten kan revan içinde çıktıysanız yıkanıp temizlenmeniz gerek, yoksa ahaliden azar yiyeceksiniz. Uzun süre uyumadıysanız kestirecek bir yatak döşek ayarlamanız lazım yoksa olmadık yerde gözleriniz kapanacak, hata kaza bu birileriyle kapışırken olursa döve döve uyandıracaklar Henry’nizi. Yemek yemezseniz dirayetiniz kalmayacak, Henry de karnının gurultusu da mama isteyen kediler gibi susmayacak. Bilemediğiniz kılıç körelecek, tamir etmediğiniz zırh delinecek, yamamadığınız kumaş paçavra olacak. Sevildiğiniz yerde pazarlık payınız yüksek olacak, hırsızlık yaptığınız köyde ensenize odunu yiyeceksiniz.
Oyunun kural kitabı böyle uzun olunca, o kitabı oyuncuya okutmak da zor elbette. İlk oyunun çok da iyi bir iş başaramadığı nokta da buydu; simya gibi önemli bazı sistemleri oyuncuya anlatmakta biraz başarısızdı. Ben uzun saatler oynayıp, internetten rehber de baktığım halde iksir yapmayı çözememiştim mesela. Kingdom Come: Deliverance 2 ise bu konuda çok çok daha iyi bir iş çıkarıyor. Girişte kampı kurunca dövüş mekaniklerini anlatıyor, köylü kızlarına yanaşmaya ve sonrasında haydutlardan kaçmaya çalışırken gizlenme işini öğretiyor. Henry omzuna yediği okla yatak döşek hasta olunca başında bekleyen şifacı teyze iksir işini anlatıyor. Bir sonraki ana görevde ilerlemek için de ya demircinin ya da değirmencinin yanına çırak giriyor, birinden demir dövmeyi, öbüründen kilit açıp yankesicilik yapmayı öğreniyoruz. Bu arada Henry oyuna 18. seviyede başlıyor ancak giriş bölümünde ağır yaralanınca seviyesi 6’ya düşüyor, becerileri de aynı şekilde geriliyor. Yani bu oyuna sıfırdan başlamıyoruz ama karakterimizi keyifle geliştirilebilecek kadar geriye atmayı hikâyede bağlama oturtuyor oyun. Yok olamayacak becerileri de ortadan kalkmıyor Henry’nin; sakatlandı diye gidip adama okuma yazmayı baştan öğretmiyoruz mesela.
Bu arada oyunun karakter gelişim sistemleri de basitleşmese bile sadeleşmiş. KCD2’de beceri sayımız daha az; Warhorse birbirleriyle alakalı becerileri tek başlık altında toplamayı tercih etmiş. Örneğin avcılık, otacılık ve hayatta kalma becerileri direkt hayatta kalma olarak genellenmiş. Yankesicilik ve maymuncuk becerileri hırsızlık olmuş, defans becerisi ortadan kalkmış, balta ve gürzler ağır silahlar başlığı altına alınmış, yanlarına mızrak kullanımı eklenmiş. Yay, yanına ateşli silahlar ve arbalet de eklenince nişancılığa dönüşmüş. Tamircilik, demircilik mini oyunu da gelince zanaatkarlık olmuş. Bu sayede asla kullanmadığınız, kullanmadığınız için de kenarda kalıp gelişmeyen beceriler daha az oluyor. Beceri sayılarının azalması yanında eskisi gibi birbirini bloklayan beceriler de bu oyunda çok daha nadir, o yüzden gelişim sürecinde verdiğiniz kararlar büyük ölçüde hangi özellikleri daha önce açacağınıza indirgenmiş. Çok da büyük bir eksi denemez elbette ama artık tüm becerilere dört koldan yüklenen benim gibi oyuncuların her biri hemen hemen aynı Henry’ye sahip olacak. Önceki oyunda daha fazla karar veriyorduk da ne oluyordu, bambaşka uzmanlıklara mı varıyorduk, hayır tabii.
Ustalık keseri
İlk Kingdom Come’ın en büyük eksisi, savaşların dengesizliği idi. Oyun başlarda Mount and Blade’i anımsatan yönlü saldırı mekaniğini anlatıyor, işin içine bir de art arda farklı yönlerden saldırarak yaptığınız komboları sokuyordu. Bu haliyle nevi şahsına münhasır sayabileceğiniz Kingdom Come savaşları, Ustalık Darbesi(Master Strike) denen meretin işin içine girmesiyle tüm derinliği tuvalete atıp üzerine sifonu çekiyordu. Assassin’s Creed’deki gibi saldırmakta olan düşmanı tek tuşla karşılama olanağı veren Ustalık Darbesi, dövüş becerilerinizi epey yükselttikten sonra öğrenebildiğiniz bir şeydi ve günün sonunda kullanmamayı da seçebilirdiniz sonuçta ama esas problem, oyuncunun değil düşmanların Ustalık Darbesi kullanmasıydı. Bu hareket öyle ağır zırhlı eğitimli düşmanlara da mahsus değildi; yoldaki donu delik köylü bile saldırılarınızı karşılıyordu, kombolarınızı karşı saldırı ile yarıda kesiyordu. Durum böyle olunca “onlar saldırsın, ben Ustalık Darbesi kullanayım” diye tüm gün defansta beklemek en kârlısı oluyordu.
İşte Kingdom Come Deliverance 2 de bu mevzuya bir ayar çekiyor. Birincisi, artık Ustalık Darbesi dövüş becerilerinizi epey yükselttikten sonra açacağınız bir şey değil. Toraman(Tomcat) isimli Çingene kılıç ustasına gidince biraz idman yapıp ardından öğrenebiliyorsunuz. İkincisi, artık Ustalık Darbesi’ni bekleyip doğru zamanda blok tuşuna basarak değil, düşmanın saldırdığı yönün tersinden karşı saldırı yaparak(ve de nedense sadece kılıçlarla) uygulayabiliyorsunuz. Üçüncüsü, siz kombo çıkarırken karşınızda Ustalık Darbesi ile hücumunuzu bölemiyor. Hala rakibi tartıp, kılıcı tuttuğu yönünde tersine bekleyerek salt Ustalık Darbeleri ile tertemiz haklayabilirsiniz ama bunu yapmak daha tatmin edici çünkü hem insanı moda sokuyor hem de rakip son anda saldırı yönünü değiştirebildiğinden kaçırma şansınız var. Dördüncüsü de her önüne gelenin Ustalık Darbesi vuramaması. Ustalık Darbesi’ni artık sadece eğitimli düşmanlar kullanabiliyor ve bunların da tabiri caizse savunmalarının güçlü olduğu yönleri var. Genelde bir düşmana bir yönden saldırıp karşı saldırı yerseniz o yönden her atağınızı “otur aşağı” diye diye karşılamaya devam ettiğini göreceksiniz. Savunmasını aşabilmek için başka yönlerden saldırmanız veya sizin de Ustalık Darbesi vurmanız lazım. Bu çok hoşuma giden bir detay.
Ustalık Darbesi’ne çekilen ayarın dışında artık kusursuz blok özelliği ile düşmanın saldırısını temiz bir şekilde karşılayıp karşı saldırıya geçecek fırsat da yaratabiliyorsunuz. Karşı saldırıya geçtiğinizde darbe vuracağınız da kesin olmuyor, düşman da sizi karşılayabiliyor. Bu şekilde karşılandığınızda kılıçların şıkırtısını genelde bloklanamayan bir saldırı takip ediyor, geri veya yana kaçmak gerekiyor. Gerek Ustalık Darbesi’nin yeni kullanım şekli, gerek bu tarz detaylar oyunun dövüşlerini daha taktiksel, daha tepkisel bir hale getiriyor ama bana sorarsanız oyun hala fazla kolay. Henry bazı becerilerini belli bir yere kadar geliştirmiş şekilde oyuna başladığı için tüm becerilerdeki üst sınır artık 20 değil 30 ancak yine 20’lere geldikten sonra o beceriyi pek kasmasanız oluyor ve dövüş becerileri de buna dahil. E artık 20. Seviyeye çok daha hızlı da geldiğiniz için düşmanların büyük çoğunluğunun çarkına okumak işten bile değil. Kingdom Come Deliverance 2’de dövüşlerin bulduğu son kıvamı sevdim ama çok yerde yapılan değişikliklerin yanlarında daha yüksek zorluk seviyeleri de getirmiş olmasını diledim. Oyunun başlarında hepi topu iki kişiyle karşılaştığınızda yaşadığınız gerilimi fazla hızlı geride bırakıyorsunuz ama benim için oyuna tat katan şey o gerilimdi. Düşmanları daha dayanıklı ve daha agresif yapma seçeneğimiz olsun çok isterdim. Günün sonunda artık menüde listelenen, açıp bakabildiğiniz o komboları kullanmaya yine pek gerek olmuyor çünkü.
Orta Çağ’ın en tat kaçıran tarafı GPS olmaması
Bu kadar anlattık, övdük oyunun eksileri yok mu, elbette var. Beni en çok çıldırtan şey, yer yer nereye gideceğimi bulamamak oldu. Kimi görevlerde oyun yer şekillerine veya etraftaki dikkat çeken yapılara göre gideceğiniz yeri bulmanızı istiyor. Mesela bir görevde “karınca yuvasını bul, oradan ormanın daha da derinlerine ilerle” şeklinde bir talimat var. Ormanın derinliği hangi yön oluyor anla anlayabilirsen! Dört bir yanda ağaç var, yön versen ölür müsün bre oyun? Bir başka görevde de tarlanın ortasındaki bir çiviyi aramam istendi. Malumunuz oyunun sanat tasarımı gerçekçi, arayüzü de bulmanız gereken daha görünür kılmak adına çerçevelemek veya parlak kılmak gibi bir yola başvurmuyor. Görev tarifine bakıyorum, çivinin yeri bilmem ne kitabında yazıyor diyor, kitaba bakıyorum ekstra bir detay vermemiş… Ara babam ara, ağaçlardan birinin gövdesine çakılıymış. “Ağaca çakılı” deseniz de otların arasında oraya buraya koşmasam olmaz mıydı? Yine bir başka örnek, kaleyi geceleri şeytanlar basıyor diye telaşa kapılınmış, şöminelere okunmuş su serpmem isteniyor. Kalede beş tane şömine var sözde. Abartmıyorum bir saat tekrar tekrar gezdim haritada işaretlenen bölgeyi. Üst katına çıktım, alt katına indim, beşinciyi bulamıyorum? İptal oldu sonra o görev, hiç yapamadım. Hala merak ediyorum o beşinci şömine neredeydi.
Bunun yanında ilk oyundan taşınan bir eksi de görevlerin oyuncuyu ödüllendirmekte yine yeterli olmaması. Mesela RDR2’deki yan görevler de ödül bakımından matah değildir ama az oldukları ve içerik iyi olduğu için yaparsınız. KC:D 2’nin yan görevleri yer yer hiç ilgi çekici başlamıyor, sonunda düzgün bir ödül olmayacağını, elinize en fazla 50-60 gümüş sikke tutuşturup göndereceklerini bildiğiniz için yapasınız gelmiyor. Çok komik, çok eğlenceli görevler var ama çoğunluktalar diyemem. Oyun gerçeküstü bir öğe barındırmadığı için de yapabilecekleri maksimum ters köşe tahmin sınırları dahilinde oluyor. Ha yeni başladığınızda, her şey tazeyken ve meteliğe kurşun atarken daha bir hevesle yapıyorsunuz bunları doğru. Ancak halim vaktim yerine gelip Kuttenberg haritasına da geçtikten sonra pek yan görev yapasım gelmedi benim, çoğunlukla ana göreve abandım bu söylediğim sebeplerden. Neyse ki ana senaryo hem uzun hem de hikâye öyle böyle keyifli değil.
Bu sefer cidden bitince çıkmış
Warhorse’un Kingdom Come Deliverance 2’yi, çıkış gününün koca bir ay öncesinden basına ulaştırmasından anlayabileceğiniz üzere geliştiriciler oyunun hem içeriğine hem de teknik yeterliliğine güveniyorlar. Kodların bu kadar önden yollandığını duyduğumda benim de kendilerine olan güvenim perçinlenmişti ancak karşımda bu kadar iyi performans veren bir oyun görmeyi beklemiyordum açıkçası. Malumunuz oyun bir açık dünya oyunu ve son dönemde karşımıza çıkan pek çok açık dünya oyununda yaşadığımız birincil problem, CPU optimizasyonunun kötü olması. Bu artık bir norm haline geldi ve hem aynı motoru kullanan ilk oyunun ufak tefek kasabalarda bile CPU darboğazı yaşadığını bildiğimden, hem de sistem ihtiyaçları “yüksek ayarlarda 60 FPS istiyorsanız Intel i5-13600k/AMD Ryzen 5 7600x lazım” dediğinden KCD2’de de durumun farklı olmasını beklemiyordum. Lakin gayet farklı oldu; Kingdom Come Deliverance 2’nin CPU optimizasyonu ilk oyununkinden çok daha iyi!
Her iki oyunu da en yüksek ayarlara alıp, çözünürlüğü 720p’ye düşürerek ekran kartının üzerindeki yükü azalttım ki maksimum ayarlarda CPU performanslarını karşılaştırabileyim. İlk oyunda Rattay’e gittim, ikinci oyunda da Kuttenberg’in pazar yerinde kafası kopmuş tavuk gibi koşturdum. Sonuçta 5700x3d işlemci ile ilk oyunda da 40’lara kadar düşüp 80’e zıplayabilen, fazlasıyla istikrarsız bir kare oranıyla karşı karşıya kalırken, Kingdom Come Deliverance 2’de, çok daha fazla NPC barındıran, 3-4 kat büyük bir şehirde 80-100 arası değişen stabil kare oranları ile karşılaştım. Sanırım 20 senelik oyunculuk hayatımda ilk defa, aynı serinin aralarında 7 sene(yani bir konsol nesli kadar) zaman olan iki oyunundan ikincisinin, ilkinden açık ara daha iyi işlemci optimizasyonuna sahip olduğunu görüyorum. Ayrıca Kingdom Come Deliverance 2’nin Frame Time grafiği de daha iyi; ilk oyunun grafiği sismograf gibi bir aşağı bir yukarı yaparken ikincininki anca durgun bir deniz kadar dalgalanıyor. Unreal Engine 5 Stalker 2’de 10-15 NPC’yi aynı anda çizince “öldürün beni” diye bağırırken CryEngine 5 kim bilir kaç tane NPC’nin aynı anda günlük rutinlerini yerine getirdiği Kuttenberg’de resmen şov yapıyor.
Oyunun performansı, bir ay önden elime geçmişken kusursuz değildi elbette; meşale veya kamp ateşi gibi ışık kaynaklarının yanına çok yaklaşınca işlemciden ziyade ekran kartına bindirdiği yük fazlaca artıp FPS’i 40’lara 50’lere çakabiliyordu. Bunun yanında kale savunması yaptığımız bir görevde düşman askerleri topluca harekete geçince Frame Time saçmalamaya başlayabiliyordu. Ancak Warhorse ilk gün yamasını 10 gün kadar önden inceleme sürümüne yaparak bu problemleri ortadan kaldırdı. Son kertede benim oyunu bitirdiğim halinde karşılaştığım tek hata, ortamda çok fazla ışık kaynağı olduğunda sol üst köşede oyunu kapatmayan bir hata mesajı belirmesi ve akabinde gölgelerin sapıtmasıydı. Bu da sadece elinde meşale ile dolaşan 30-40 kişinin olduğu bir görevde oldu, başka bir yerde karşıma çıkmadı. İlerleme bloklayan bir hata ile de karşılaşmadım; KC:D2 bu boyutta bir oyundan beklenmeyecek kadar pürüzsüz bir denedim sundu bana. En fazla bahse girip kazandığımda paramı vermeyi unutan NPC’ler falan oldu. Hatalardan ziyade dar alanlarda önümde bekleyip yolumu tıkayan karakterlere ve Mutt’a çıldırdım.
Kingdom Come: Deliverance 2, otantik bir Orta Çağ atmosferi sunan harikulade bir tarihi kurgu örneği. Sene başında çıkmasından kelli 2025 sonunda unutulmayacağını umduğum, oyun sektörünün konformist tasarım gelenekleri arasında sivrilmeyi başaran, nevi şahsına münhasır bir oyun. Warhorse Studios’u layık olduğu konuma getirmesini diliyor, “hatası çok olur mu, optimizasyonu sorun çıkarır mı?” diye almaktan çekinenlere gururla şunu söylüyorum: BU SEFER GOL.
Başlıklar
Eurojank ama en en iyisinden; cilası eksik edilmemiş, oyuncuya yağ çekmeden kendini sevdiren koskocaman bir macera.
- Bir tarihi kurgu olarak meziyeti Emrah Safa Gürkan’a kendini sevdirecek seviyede
- İlk oyunun önemli eksiklerini akıllıca gidermiş
- Kahkaha attıracak kadar komik yerleri var
- Politik mücadelelere bakış açısı ve tonu çok yerinde
- Optimizasyonu gerçekten çok iyi
- Görevleri hala oyuncuyu ödüllendirmekte yetersiz
- Görevleri yer yer oyuncuyu yönlendirmekte de yetersiz
- Daha yüksek zorluk seviyelerinin olmaması üzücü