Skull and Bones - İnceleme

Ne geldiyse başıma, hep korsanlık sevdasından...

Sayın jüri üyeleri, saygıdeğer Oyungezerler ve yazar dostlarım; itiraf ediyorum, bu inceleme bu kadar uzun sürdü çünkü YAZMAK İSTEMEDİM TAMAM MI İSTEMEDİM.

Aslında… Ben Skull & Bones oynamak da istemedim. Çok özür diliyorum hepinizden. Ama oyunun gerçek olduğuna da ellerimde tutmadan inanamayacağımı biliyordum. Yoksa korsanlık beni hiçbir zaman cezbetmedi.

Hiç değilse şunu söyleyebilirim ki Skull & Bones gerçekten gerçek ve böyle bir oyun var. Açıyorsunuz ve çalışıyor. Gerçekten yapmışlar yani. Ama gelin görün ki Skull & Bones oyuncuya kendisini oynaması için çok da bir neden sunamıyor.

Detaylara dalmadan önce şunu da belirtmek istiyorum, başka koşullar altında Skull & Bones gibi bir oyun çok daha iyi karşılanabilirdi. Görev konusunda Ubisoft oyunları hep dolu dolu oldu zaten, çevre tasarımını da her zaman iyi kotarıyorlar; Allah için çalışıyor da oyun, eğer denizlerde gezeyim, gemi savaşı yapıp ganimetlerimle gemimi geliştireyim diyorsanız Skull & Bones bunu da sağlıyor.

Ama gelin görün ki Yves Guillemot’nun Skull & Bones’un AAAA bir oyun olduğunu iddia etmesi, bir de oyunun dünya paradan piyasaya çıkması, zibilyar yıldır geliştiriliyor olduğu gerçeğiyle birleşince Skull & Bones’un herhangi bir sempati oyu alması ihtimali de suya düşmüş oldu.

Şimdi sen bir korsanmışsın tamam mı, ben de bir korsanmışım, ve o da bir korsanmış, ve…

Skull & Bones’u tam olarak nasıl tanımlayacağımı bilmiyorum gerçekten. Online korsanlık simülatörü çok yaygın bir tür değil ve bu satırları yazarken aslında bu oyunu Sea of Thieves oynamış birisi gözden geçirse çok daha iyi olurmuş diye düşünmeden de edemiyorum. Gene de şu an burada baş başayız ve denemek zorundayım.

Skull & Bones’a elbette içinde olduğumuz geminin parçalarına ayrılması ve geriye kalan tek “rütbe sahibi” şahsiyetsizin de bizi köpekbalığı dolu sulara rom bulmaya yolladıktan sonra, “AHAHA SALAK, şimdi kendi başının çaresine bak,” demesiyle başlıyoruz. Korsan işte, n’apıcan.

Neyse ki yanımızda, bize neden bu kadar bağlı olduklarını oyunun katiyen sebeplendirmediği iki yancımız var. Ver elini Sainte Anne!

Sainte Anne’e bir gidiyoruz (ki altımızda bir dandik kayık olmasına rağmen de gidebiliyoruz bu arada açık denizde), “Allahım gideceğiz çok hayatımız kurtulacak valla,” diye başımızın etini yedikleri yerde sadece İŞ VAR GÜÇ VAR.

Ki Skull & Bones’un en yavan kaldığı yanlardan biri de bu. Karaya çıkıyorsunuz, sadece ve sadece lazım olan şeyler var. Azıcık tat katsın diye etkileşime geçilebilecek çok az şey var. Mesela bir adada lagünde çürümüş bir gemi kalıntısı var. E oyunun en başında batan gemiden mal kaçırdığımız için dedim ki belki buna da giriliyordur. Bırak gemiye girmeyi, yanına gidemiyoruz bile.

Çünkü karakterimiz yüzme bilmiyor. ÇÜNKÜ KARAKTERİMİZ YÜZME BİLMİYOR.

Bakın. Çok sakinim. Çıkıp açık denizlere kadar yüzelim demiyorum. Oraya bir replik atarsın, “Bu kadar açılamam,” vesaire… Ama adanın içindeki gölete de girebileyim ya. Oğlum… BAK! Hayatı denizlerde geçen bir karakterin yüzememesi mümkün mü sizce?! MÜMKÜN MÜ?!

Ne diyordum ben…?

Hah, karaya çıkmak. Neyse, karaya çıkmak zorundasınız tabii. Yoksa geminize nasıl top güllesi toplayacaksı- Ay yani görev, görev alacaksınız.

Görevler… Bakın Allah için görevler konu bakımından çeşitli. Fakat. Siz bir gemisiniz ve bir gemi olarak yapabileceğiniz şeyler sınırlı. Bu da ister istemez bir noktada her görev sanki sürekli aynı şeyi yapıyormuşsunuz gibi hissetmenize yol açıyor.

Örneğin bir görev sizden belirli bir filonun gemileriyle savaşmanızı ama batırmayıp çıkartma yaparak (“Çıkartma mı?!”, dediğinizi duyar gibiyim, durun geleceğiz oralara) bazı özel materyalleri ele geçirmenizi istiyor. Gidiyorsunuz savaşıyorsunuz geliyorsunuz.

Diğer bir görev bir ticaret gemisine güvenli limanlara kadar eşlik etmenizi istiyor. E doğal olarak birileri saldırıyor ve gidiyorsunuz savaşıyorsunuz geliyorsunuz.

Başka bir görev batan gemilerdeki yıldız haritalarını bulup geri getirmenizi istiyor. Bunu da gemiyle yapıyoruz. Elbette lokasyonda bu yıldız haritalarını isteyen başka gemiler de var. Gidiyorsunuz savaşıyorsunuz geliyors-

Siz anladınız olayı.

Ha bana sorarsanız, savaşma kısmı zevksiz değil oyunun. Eğer bundan önceki Assassin’s Creed oyunlarında gemi mekaniklerini ve savaşlarını beğendiyseniz Skull & Bones’daki gemi savaşlarını da beğenirsiniz. Biraz geliştikten sonra küçük gemilere kan kusturma ya da, “Amaan, oyun zaten canım,” diye koca koca gemilere kafa tutma şansı da verdiği için aslında hikayeli ve bir noktada bitmesi gereken bir oyunun gemili kısımlarından daha da özgür aslında. Ve bunu hissediyorsunuz.

Gemilerin kozmetikleriyle uğraşmak, değişik silah çeşitlerini takıp çıkarmak da insanı bayağı bir oyalıyor aslında. Bu noktada Skull & Bones’un iyi bir altyapısı ve iyi bir potansiyeli olduğunu hissetmeye başlıyorsunuz.

Ama işte… Altyapıdan oyun olmuyor.

Ben insanların konuşmalarına kulak misafiri olup gizlice dinleyerek bir görev aldım mesela Saint Anne’de. Gene gidip gemiyle top attım bitti en sonunda. Mesela çıkartma yapmak gerekiyor dedim ya, bayağı gemilere olta atıyoruz. Tutturabilirsek direkt loot ekranına geçiyor. İneyim savaşayım yok.

Ya da “batık gemiden” harita çıkaracağız ya, aslında suyun üstüne yüzen lootlardan çıkarıyoruz. Ne dalma var, ne başka bir şekilde gemi kalıntısının içine girme…

Diyorum ya, altyapı işte. Bu saatten sonra Skull & Bones’a gemiye inip savaşma gelse, yüzme gelse kaç yazar. Senelerdir geliştirilmesi yılan hikayesine dönmüş bir oyun. Fiyatı da ucuz değil. Üstelik bir hikayesi var demeye de dilim varmıyor.

Oynayışın tek yönlü olması da ister istemez son çiviyi çakıyor tabuta, her ne kadar bugüne kadar severek oynadığımız mekanikler barındırsa da.

Canlı servisteki canlı tam olarak ne demek?!

Şu ana kadar Skull & Bones’un çok oyunculu online bir oyun olduğundan hiç bahsetmediysem, bu birlikte oynayacak kimse bulamadığımdan. Kimse gelmedi benim gemime, tamam mı! Bir süre sonra da başkasıyla oynama fikrini garipsemeye başladım çünkü her şeyi kendim yapmaya alışmıştım. Ara sıra kulağımı tıkadığım yardım çığlıklarından başka bir hayrını da görmedim bu oyunun online oynanmasının.

Skull & Bones şu an için canlı sayılabilir, evet. Ama bu daha ne kadar devam eder, kestirmek zor açıkçası.

Uzun ve çetrefilli bir geliştirme süreci, bu süreç boyunca yavaş yavaş azalan oyun mekanikleri, birkaç tatminsiz test süreci ve sonunda çıkan bu oyun…

Yani, dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyorum. Skull & Bones kötü bir oyun değil. Ama üstünde harcanan vakit, ortaya çıkan ürün ve satış fiyatıyla kıyaslandığında şu andaki haliyle Skull & Bones’u kimseye önerebileceğim, gel benimle oyna diyebileceğim bir oyun yapmıyor.

Eh… Canlı servis demek sezon demek, eklenti paketi demek, oyuna devamlı destek demek. Ya da öyle olması gerekiyor. Bütün bunlar ve belki Ubisoft+, Skull & Bones’u ayağa kaldırabilir mi? Bilemiyorum. Ama senelerdir peşini bırakmadığım için bir gelişme olursa beni nerede bulacağınızı biliyorsunuz Oyungezerler. Korsan kaçar.

♦ İnceleme puanlarımız ne anlama geliyor?

SON KARAR

Skull & Bones bu kadar senedir geliştiriliyor olmasına rağmen geçmiş Assassin’s Creed oyunlarının deniz savaşlarından daha az oyun mekaniği sunuyor. Evet, yapmayı iddia ettiği şeyleri yapıyor belki ama çalkantılı geliştirme süreci, herhangi bir sempati oyu almasını engelliyor maalesef.

Skull and Bones
İdare Eder
6.0
Artılar
  • Ubisoft her zamanki gibi çevre tasarımıyla büyülemeyi başarıyor
  • Shanty'ler, özlemişim sizi annecim
  • Herkesin aksine ben gemiden ağaç kesmeyi çok beğendim, belki de DualSense'in haptik geri bildirimleri çok tatmin edici olduğundan
Eksiler
  • Gemiyle yapılabilecek şeyler kısıtlı, karakter olarak kısıtlamalar daha da çok
  • Eski oyunlarda var olan mekaniklerin yarısını bile görememek üzüyor tabii
  • Fast Travel'ın parayla olması. Yoo, gemiyle gezmek sıkıcı değil ama gene de battı bana
YORUMLAR
Parolamı Unuttum