The Witcher serisi sağ olsun, son yıllarda Slav mitolojisi temalı rol yapma oyunlarında hatırı sayılır bir artış yaşanıyor. Senelerce benzer kurallar üstüne kurulu fantastik diyarlarda benzer orkları ve goblinleri kestikten sonra Slavların kendine has büyülü yaratıklarıyla dolu bu gri, acımasız ve karamsar diyarlarda dolaşmak türe yeni bir nefes üfledi desek yeridir. CDPR ekibinden ayrılan bir grup deneyimli yapımcının parmaklarından çıkan The Thaumaturge da işte bu güzide akımın en son halkası.
Kusurlu İnsanlar
Yıl 1905. Polonya’nın Rus İmparatorluğu tarafından işgal edildiği yıllar. Öyle ki 100 yıldan uzun bir süredir haritalarda Polonya diye bir ülke yok. Sokaklar buralardaki hâkimiyetlerini sürdürmek için her yolu mubah gören Rus askerleri, ceplerinden başka bir şeyi düşünmeyen Yahudi tüccarlar ve arada kalıp ezilen Polonyalılarla dolu.
Neredeyse bizimkiyle aynı zaman akışında ilerleyen bu dünyanın farkıysa şu: Büyücüler ve doğaüstü varlıklar burada gerçek. Burada insanların kusurlarına musallat olan, onların acıları ve kederleriyle beslenen şeytanî yaratıklar var. “Salutor” denen bu varlıklar çeşitli güçlere sahipler. Onları da “Thaumaturge” denen büyücüler görüp ehlileştirebiliyor sadece. Hatta sadece bununla da kalmıyor, bu yaratıkların güçlerini kendi çıkarları için kullanıyorlar. Karşılarındaki kişiyi manipüle etmek, dövüşlerde onların güçlerinden faydalanmak, düşünce okumak, şahsi eşyalarına dokunarak geçmişte yaptıklarını görmek… ve daha bir sürü şey.
Biz de Wiktor Szulski adlı bir büyücüyü yönetiyoruz oyunda. Kendisi Polonya’daki en büyük Thaumaturge’ün oğlu. Aynı zamanda da aşırı derecede kibirli birisi. Bu kibri ona iki şeye mâl olmuş: Babasıyla arası hiç düzelmeyecek derecede bozulmuş ve küçüklüğünden itibaren “ölü adamlar” görmeye başlamış. Aslında gördüğü şey Uphyr adında, iskelet görünümlü bir Salutor’muş tabii; zaten daha sonra bu yeteneği iyice ortaya çıkmış. Ama az önce de bahsettiğim gibi çok kibirli bir insan olan Wiktor tek bir Salutor’le yetinmeye razı olmamış ve başkalarını da hâkimiyeti altına almaya kalkmış. Bu da güçlerini neredeyse kaybetmesine sebep olmuş.
Oyunun hemen başında güçlerini yeniden kazanmak için çok uzaklardaki bir dağ köyüne gidiyor Wiktor. Ve burada Grigori Rasputin’le (evet, o Rasputin) tanışıp onun mistik güçleri sayesinde Salutor’uyla yeniden bağlantı kurmayı başarıyor. Dahası başka bir Salutor’u daha ele geçirmeyi başarıyor. Biz de bu esnada oyunun kontrollerini ve savaş mekaniklerini öğreniyoruz ufak ufak. Derken Wiktor babasının vefat ettiğini öğreniyor ve yeni arkadaşı Rasputin’le beraber Varşova’nın yolunu tutuyor. Evine döndüğündeyse babasının aslında gizemli bir cinayete kurban gittiğini, ayrıca büyü kitabının da ortadan kaybolduğunu öğreniyor.
Kusurlu Dünya
The Thaumaturge’ün oynanışı genel olarak iki kısımdan oluşuyor. Birincisi Varşova sokaklarında dolaşıp insanlarla konuştuğumuz ve delil topladığımız dedektiflik kısmı. İkincisiyse JRPG tarzı, sıra tabanlı savaşlar.
Açıkçası işin dedektiflik kısmı beni bir parça hayal kırıklığına uğrattı. Oyunun büyük bir bölümü boyunca Varşova’nın çeşitli mahallelerinde bir oraya bir buraya koşturuyor, yönümüzü bulmak için parmaklarımızı şaklatıp ortaya çıkan kırmızı tozları takip ediyor ve sağda solda bulduğumuz notları, ilanları, gazeteleri, kâğıt parçalarını falan okuyoruz. Bu notlar bazen öyle alakasız yerlerde oluyor ki yok artık diyorsunuz. Yani… bir insan yolda giderken kaç tane “düşürülmüş mektup” bulabilir ki? Ama bu oyunda sürüsüne bereket maşallah! Hadi onu geçtim, oyunda dedektiflik namına bir şey de yok… Bulduğunuz ipuçlarını birleştirip bir tahminde falan bulunmuyorsunuz. Her şeyi topladığınızda hop! Wiktor kendi kendine, otomatik olarak bir sonuca varıyor ve size ne yapmanız gerektiğini söylüyor. Ee oldu mu şimdi? Olmadı…
Bir başka hayal kırıklığı da yan görevler. Sokaklarda dolaşırken bir ipucuna denk geldiniz ve bir yan görev açıldı diyelim. Falanca yerdeki gizli bir dövüş kulübünden veya briç turnuvasından bahsediliyor. Wiktor da bunu ilginç bulduğunu ve katılmak istediğini belirtiyor. Ama belli bir araştırmanın ardından bütün yan görevler sadece ve sadece karakalem bir eskizle ve birkaç yetersiz satırla son buluyor. Ne turnuvaya katılıyorsunuz ne bir şey. Mış gibi yapıyorsunuz yalnızca. Bunlara ek olarak fotoğraf görevleri, kartpostal toplamak gibi yan aktiviteler de var. Ama bunların sonunda da genellikle kendimizi ya tarihi bir yapıya, ya da bir resme bakarken buluyoruz. Bir yerden sonra da tüm bu “yan görevlerin” aslında sizi bir Varşova turuna çıkarmak için tasarlandığını anlıyorsunuz. Yapımcılar şehirlerini, kültürlerini ve geçmişlerini tanıtıyor yani size gururla. Doğu Avrupa tarihine ilgi duyuyorsanız yaşadınız. Ama yok, hiç ilginiz yoksa tüm bunları angaryadan ibaret bulmanız kaçınılmaz. Gel gelelim tecrübe puanı toplamak için bunları yapmanız lazım ki yaratıklarınızı geliştirebilesiniz.
Thauma—ne? Thaumaturge kelimesi eski Yunanca’da “mucize” anlamına gelen “thaumata” sözcüğünden türetilmiş. Çok eski çağlarda doğaüstü şeyler yapabilen kimselere “thamuturgist” yani mucizeci denirmiş. Bunların ilahi güçlerin yardımıyla bazı mucizeleri gerçekleştirdiğine inanılırmış. |
Yaratıkları da oyunun ikinci kısmında, JRPG tarzı sıra tabanlı savaşlarda kullanıyoruz daha çok. İki tür dövüş var. Birincisi Varşova’da dolaşırken karşılaştığımız normal düşmanlara karşı verdiğimiz savaşlar. Diğeriyse bir Salutor’u ele geçirmeye çalıştığımızda girdiğimiz boss savaşları. Temelde ikisi de aynı aslında. Bir grup düşman karşımıza sıralanıyor, her birinin kendince bir saldırı ve savunma mekanizması oluyor. Biz de kâh yeteneklerimizi kâh Salutorların özelliklerini kullanarak onları yenmeye çalışıyoruz. Boss savaşlarının tek farkı arka arkaya 2-3 grupla savaşmak zorunda kalmamız.
Salutorları bir nevi Persona veya Pokemon serilerindeki yaratık müttefiklerimiz gibi düşünebilirsiniz. Heart (Kalp), Deed (Amel), Mind (Zihin) ve Word (Kelam) olmak dört ayrı sınıfa ayrılıyorlar ve hepsinin kendine özgü yetenekleri var. Kimisi düşmanlara daha fazla hasar veriyor, kimiyse koruma sağlıyor. Topladığımız yetenek puanlarıyla Salutorları geliştiriyor ve kendi dövüş tekniklerimize ekleyebileceğimiz ekstra minik özellikler kazanıyoruz. Ayrıca her Salutor’u diyaloglar sırasında karşımızdaki kişiyi ikna etmek için de kullanabiliyoruz.
Sorun şu ki oyundaki düşman çeşitliliği çok az. Bazen hırsızlarla, bazen Rus polisiyle, bazen de kavgacı tiplerle dövüşüp duruyoruz. Ve doğal olarak bunların hepsi insan. Bazen bıçaklı, bazen tabancalı rakiplerle karşılaşsak da bu durum tüm oyun boyunca tek tip bir düşmanla savaştığımız gerçeğini değiştirmiyor. Bu da dövüşleri biraz sıkıcı hâle getiriyor. Hayır, kavgalar da o kadar saçma sapan nedenlerden ötürü çıkıyor ki bir yerden sonra yok artık diyorsunuz. Bir çocukla konuşmaya çalışıyorsunuz, “Vay adi sübyancı!” diye dalıveriyor mahalleli size. Bir kadınla konuşmaya çalışıyorsunuz, vay sapık! Fakir bir mahallede dolaşırken, vay züppe! Bir yerden sonra Varşova’da mı dolaşıyorum, yoksa Gaziosmanpaşa’da mı diye kendimi sorgular oldum :)
Kusurlu Oyun
Şimdiye dek hep oyunun olumsuzluklarından söz ettim ama bu kadar söylendiğime bakmayın siz. Aslında oyunu sevdim. 1905 yılındaki Varşova sokaklarında dolaşmak, o dönemin atmosferini solumak, çekilen zorluk ve yoklukları orada yaşamış insanların gözünden deneyimlemek olaya farklı bir tat katıyor. Wiktor da oldukça ilginç bir karakter ve hem ona eşlik etmek, hem de hikâyesini seçimlerimize göre şekillendirmek eğlenceli bir deneyim sunuyor insana. Kimseyi takmayan, gururlu bir büyücü de olabilirsiniz, vatansever bir Polonyalı da.
Oyunun müziklerini de çok beğendim. Öyle çok akılda kalıcı bir parça karşıma çıkmasa da atmosferi çok güzel tamamlıyorlar. Aynı şekilde seslendirmeler de çok ama çok başarılı. Şiveli konuşmalar, araya karışan Rusça ya da Lehçe kelimeler gırla gidiyor.
UE5’le hazırlanan grafikler de nispeten başarılı. Arada bir karakterlerin paltoları ve saçları falan gereksiz yere ahenkle dans ediyor gerçi, o biraz can sıkabiliyor. Performans ve optimizasyon ise oyunun kısmen sınıfta kaldığı bir diğer konu. Sistemimde 3050 Ti ekran kartı ve 32 GB RAM olmasına karşın The Thaumaturge’ü en üst ayarlarda (Epic) oynayamadım; FPS değeri 10-16’lara düştü. Bir alt ayarları (High) seçtiğimdeyse hem karakterler hem de çevre kaplamaları çamura döndü. Zaman zaman oyunun çökmesine sebep olan hatalarla da karşılaştım maalesef. Neyse ki oyun sık sık otomatik kayıt alıyor da çok fazla şey kaybetmedim.
The Thaumaturge’ü oynarken eğlendim mi? Evet, hem de çok. Wiktor’un güçlerini kullanarak insanların niyetlerini okumak, zor kararlar vermek ve hikâyenin nereye gideceğini merakla takip etmek keyifliydi. Ancak yukarıda saydığım çeşitli nedenler onu kolay kolay önereceğim bir oyun olmaktan alıkoyuyor.
Kim Bu Fool’s Theory? Polonyalı Fool’s Theory, CD Projekt RED ekibinden ayrılan deneyimli yapımcıların kurduğu, nispeten yeni bir oyun stüdyosu. Kendilerini Seven: The Days Long Gone adlı izometrik hırsızlık - rol yapma oyunundan hatırlayabilirsiniz belki. Bunun yanı sıra Baldur’s Gate 3 ve Divinity: Original Sin 2 oyunlarının yapımına da destek vermişler. Bir sonraki projeleriyse hepimizin heyecan ve merakla beklediği bir isim: The Witcher Remake. |
Başlıklar
The Thaumaturge merak uyandırıcı konusu, iyi yazılmış diyalogları, orijinal karakterleri ve başarılı seslendirmeleriyle alışılmışın dışına çıkmaya çalışan bir rol yapma oyunu. 1905 Varşova’sına gitmek ve o dönemin zorlu şartlarını birinci elden tecrübe etmek oyuna apayrı bir atmosfer katıyor. Ama düşman çeşitliliğinin azlığı, dedektiflik mekaniklerinin zayıf kalması, yan görevlerinin basitliği ve bazı teknik sorunlar onu türün sıkı hayranları dışındakilere önermeyi de zor kılıyor.
- Orijinal konu, orijinal atmosfer
- Seslendirmeler çok başarılı
- Dönemin Varşova atmosferini solumak keyifli
- Salutorlar
- Düşman çeşitliliği az
- Yan görevler çok zayıf
- Dedektiflik sadece delil toplamaktan ibaret
- Bazı teknik aksaklıklar