“Vampirlik” gibi popüler bir tema gerek edebiyatta, gerek sinemada defalarca ve son derece başarılı biçimde işlenmiş olsa da işin oyun tarafına baktığımızda tam bir kıtlıkla karşılaşıyoruz. Bunun sebebi ne ki? Yaşı nispeten genç birine ‘en son hangi vampir oyunundan acayip keyif aldın’ diye sorsanız hık mık etmesi normal, çünkü özellikle de son yıllarda vampiri canlandırdığımız bir oyun yok resmen. Daha eskiye gidersek ağız tadıyla vampir olduğumuz, vampirliği doyasıya yaşadığımız son oyunun 2004 tarihli kült Vampire: The Masquerade – Bloodlines olduğunu görüyoruz. Neyse ki artık listeye yeni bir oyun ekleyebiliyoruz, vampir olmanın iyi ve kötü yanlarına sonuna kadar yaşadığımız bir oyun var çünkü karşımızda: Vampyr.
Çok uzun zamandır ilk kez vampir olmanın nasıl bir şey olduğunu hatırladığım için içimde tarifsiz bir neşe var aslında. Verdiğim kararların etkilerini net biçimde gördüğüm, kana susamışlıkla insanlık arasında gidip geldiğim, ikilemde hissettiğim bir oyun olmuş Vampyr. Daha da önemlisi, işi sulandırmadan, yerinde kullanılan alt metinler eşliğinde anlatılan bir hikaye içerisinde kan da emiyoruz, içimizdeki ‘hayvanı’ ortalığa da salıyoruz, karşımızdakilerin beynine girip istediğimizi de yaptırabiliyoruz, puf diye bir yerden bir yere duman olup ışınlanabiliyoruz. Gerçek vampirlik işte bu!
Vampyr bizi 1918 yılının Londra’sına götürüyor. Durumlar kötü, insanlar salgından kırılıyor. Bunun sorumlusu İspanyol Gribi adındaki hastalık. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından vatanı İngiltere’ye geri dönen doktor Jonathan Reid bilinmeyen bir güç tarafından vampire dönüştürülüyor ve biz de tam o noktada olaya müdahil oluyoruz. Reid tıp dünyasında adını duyurmuş bir isim, kan nakliyle tedavi konusunda önemli çalışmaları var. İsteği dışında vampir oluşunu ve aslında kendisinin hayatını insanları kurtarmaya adamış bir doktor olduğunu düşünürsek ikilemin büyüklüğü zaten gözler önüne seriliyor.
Şunu rahatça söyleyebilirim ki Jonathan Reid gerçekten de müthiş bir ana karakter olmuş ve yukarıda bahsettiğim “isteği dışında vampir olmuş doktor” rolünü bilgisayarının başındaki bizlere inanılmaz başarılı biçimde yansıtıyor. Konuşmalarından, hareketlerinden içindeki öfkenin ne denli büyük olduğunu, bir yandan insanları kurtarmak için yanıp tutuştuğunu rahatça anlayabiliyoruz. Onun öfkesi, onun merakı, bizim öfkemiz, bizim merakımız oluyor. Dontnod’un inandırıcılık açısından ortaya önemli bir iş çıkardığını kabul etmek lazım.
Reid’in iç çatışması yalnızca işin Hipokrat kısmı ile sınırlı değil. Vampirliğin beraberinde getirdiği o ilkel açlığa ve duygulara da karşı çıkmaya çalıştığını çok net görüyoruz (en azından ben öyle oynamayı tercih ettim diyelim). Kana olan o açlığa yenik düşmemek için verdiği mücadeleyi bazı sahnelerde o kadar net görüyoruz ki: daha başlarda kanlar içindeki bir hastanın yanındayken tüm dünyasının kıpkırmızı oluşu, kendinden geçişi ama büyük bir çabayla bu isteğe yenik düşmemeye çalışması son derece etkileyiciydi. Elbette burada top bizde, oyun bize “herkesi öldür” veya “kimseyi öldürme” diye bir dayatmada bulunmuyor. İnsanlığımızı korumak ile herkesin kanını emmek arasındaki tercihi biz yapıyoruz. Başta “vampirliği doyasıya yaşamak” dedim ama her vampir kötü olacak diye bir kural yok ki. Ben doyasıya yaşadım ama masumları öldürmedim mesela. Ama böylesine karanlık bir dünyada kimin masum, kimin ‘yiyecek’ olduğuna karar vermek de kolay değil.
Oyun dünyası çeşitli bölgelere ayrılmış durumda ve bu bölgelerde farklı farklı kişiler ve bunların da farklı farklı hikayeleri var. Bölgenin genel sağlık durumu o bölgede meydana gelen olayları ve düşmanların sayısını doğrudan etkiliyor, sağlık durumunu iyileştirmek için ise doktorluk yeteneklerimizi kullanıyor ve hazırladığımız ilaçları kullanarak insanların dertlerine deva oluyoruz. Bölgelerdeki bu insanlar aynı zamanda potansiyel birer ‘yiyecek’. Bu insanların kanlarını emip öldürerek deneyim puanı kazanıyor ve bir vampir olarak daha da güçlenebiliyoruz. İnsanların verdiği deneyim puanı ise hem sağlık seviyeleri, hem de onlar hakkında ne çok bilgi bildiğimize göre değişiyor.
Vampyr’de aynı Witcher 3’ü anımsatan bir rol yapma / araştırma yapısı var. Vampir görüşü moduna geçince kan lekelerini takip edebiliyor, insanların sağlıklarını ve bilgilerini görebiliyor, sizden bir şey saklıyorlarsa fark edebiliyorsunuz. Kişilerin hikayeleri, verdikleri görevler ve birbirleriyle aralarındaki ilişkileri ortaya çıkardığımız ‘vampir etkileyiciliğini kullanarak ağızdan laf alma’ kısımları çok iyi. Başta hiç sevmediğiniz birinin işlediği suçları oğlunun iyiliği için yaptığını öğreniyorsunuz mesela, ya da savaşa birlikte katılmış iki adamın aralarındaki duygusal ilişki suratınıza tokat gibi çarpıyor. Zevk için cinayet işleyeninden, masumların yakılmasını doğal karşılayan din adamlarına o kadar farklı karakterler var ki. Bunların hikayelerini tamamen ortaya çıkarmak oyunun en keyif veren yanlarından biri olmuş.
Oyunda karakterimizi geliştirmenin maalesef en etkili yolu insan öldürüp kan emmek. Zaten oyun da aralardaki ipuçlarında bunu söylüyor, bir vampir olarak güçlenmek istiyorsan iyiliği falan bir kenara bırakıp beslenmelisin. Şöyle ki mesela oyundaki bir bossu öldürünce 800xp alıyorsunuz, hikayesini tamamen bildiğiniz bir kişi ise öldürdüğünüz taktirde 4800xp kazandırabiliyor. Elbette hikayede ilerleyip görevler tamamladıkça da xp kazanıyoruz ama insan öldürmenin yanında bunların miktarı cidden az kalıyor. Oyunun sunduğu bu tercih olayını da sevdim ama ben, bir bölgedeki işim tamamen bittiğinde halk için iyi olmadığını düşündüğüm tipleri öldürdüm sadece. Örneğin ilk bölgedeki Clay Cox’u ancak her şeyini ortaya çıkardıktan sonra çektim kuytuya, doya doya içtim kanını. Bölgedeki işleriniz bitmeden cinayet işine girerseniz bölge sağlığı ciddi zarar görüyor ve o kaostan kurtulmak zorlaşıyor zaten.
Bu noktaya kadar oldukça parlak bir tablo çizdim, Vampyr tüm zamanların en iyi vampir oyunlarından biriymiş gibi oldu. Aslında olabilirdi de, ama maalesef Dontnod’un şu dövüş olaylarını becerebildiğini düşünmüyorum ben. Remember Me’nin de en çok eleştiri alan yanı dövüş mekanikleriydi, aynı sıkıntı ne yazık ki Vampyr’de de karşımıza çıkıyor.
Aslında dövüş mantığı hiç fena sayılmaz. Souls ekolünden gelen düşman odaklayarak ona saldırma mekaniğini ben gayet seviyorum. Düşmanlarla bire bir kapışırken de sorunları görmezden gelmek biraz daha mümkün. Eldeki silahla saldırma, sis olarak saldırılardan kaçma, o sırada diğer eldeki silah veya kazıkla düşmanın dayanıklılığını indirip kanını emme, dolan kan deposuyla özel vampir güçlerini kullanma vs derken aslında dövüşler teoride çok hoş bir koreografi gibi gerçekleşecek gibinize geliyor. Ancak dayanıklılık (stamina) o kadar ön planda ki, koreografiniz en güzel yerinde pat diye kesiliyor ve bu teklemeler tempoyu ciddi ölçüde yaralıyor.
Bu sıkıntı özellikle de karşıda 3-4 tane düşman varken iyice ayyuka çıkıyor. Hedeflemedeki başarısızlıklar, kameranın odaklanma sorunları, vuruş hissiyatının zayıflığı ve isabetsizliği ve çeşitli buglar dövüş anlarından keyif almayı ciddi biçimde etkileyen faktörler. Öyle ki bir süre sonra herkesi koşarak geçmeye çalışıyorsunuz, ‘hiç uğraşamam şimdi bunlarla dövüşmeye’ fikri ağır basıyor çünkü. Dontnod işin dövüş kısmını da becerseydi unutulmaz bir oyun olacaktı, ama bu haliyle dövüşler eğlenceden çok sıkıntı veriyor. Boss dövüşlerinin de pek orijinal olduğunu söyleyemeyeceğim.
Bunun dışında hiç mi sıkıntı yok? Olmaz olur mu? Beni en çok rahatsız eden diyalogdaki cümlelerin tamamını ekranda görememek oldu mesela. Cümleler (daha doğrusu altyazılar) ekranda ufak parçalar halinde yer alıyor ve hızlı okuyan biriyseniz ‘düğmeye basayım, bir sonraki cümleye geçeyim’ diye bir şansınız yok. Düğmeye bastığınız an ekranda henüz görmediğiniz altyazı da dahil olmak üzere tüm diyalog atlanıyor, en azından bir sonraki parçaya geçilmesi gerekirdi. Ayrıca oyunu gamepad dışında yollarla oynamak da sıkıntılı. Mesela diyalog sırasında gamepad kullanarak kamerayı oynatabiliyorsunuz, ama fare kullanarak bunu yapamıyorsunuz. Neden ki? En azından saklanma yerleri arasında hızlı-seyahat imkanı olmaması da çoğu zaman uzun mesafeleri tekrar tekrar kat etmeyi gerektiriyor ve hikayenin temposunu düşürüyor. Bunlar düzeltilmeyecek şeyler değil ama Dontnod’ın bunları baştan düşünmesi gerekirdi bence. Oyunda tek bir kayıt yapılması da farklı seçenekleri denemek isteyen oyuncuları üzecek muhtemelen.
Teknik sorunları bir kenara bıraktığınız taktirde karşınızda çok iyi bir oyun olduğunu tekrar etmeme gerek yok. Vampyr oyuncuya tam bir vampir fantazisi yaşatıyor. Yukarıda hızlıca bir araya getirdiğimz tarz sorunları olmasa gözü kapalı önerirdim, hatta daha da ileri giderek Vampyr’i kült bir oyun olarak da tanımlardım. Hikaye ve anlatım olarak oyunun harika olduğunu düşünüyorum ama iş oynanış mekaniklerine gelince benim diyen oyuncuyu bile soğutabilecek eksikliklerinin olduğunu görmezden gelmek maalesef zor. Buna bir de yüksek fiyatına ekleyince “gözüm kapalı öneriyorum” deme sorumluluğu biraz ağır olur, ama indirimde yakalarsanız o çok özlediğiniz vampirlik hissini yaşama fırsatını kaçırmayın derim.
İkinci Görüş - Utku
Eser'in yazdıklarına tamamı ile katılıyorum. Vampyr'i ben de kendisine hayran kalarak oynadım. Oyunda teknik sorunlar var ama AA oyunlar da tam bu işte. Vampyr, ne deli gibi bir bütçeye sahip, ne de iki kafadarın bodrum katlarında 4 yılda kodladıkları bir oyun. Ama finansal olarak kendini kurtarması için 6 milyon satma zorunluluğunun olmaması, geliştirici Dontnod'a hikâye anlamında deney yapacak cesareti vermiş. Her ne kadar oyun dünyasını 10 milyonlarca satan Call of Dutyler, GTAlar ayakta tutuyor olsa da ruhunu bu gibi orta karar oyunlar veriyor.
Vampyr'e ilk başladığımda kafamda beliren beklentilerimin karşılığını oyunun sonunda tam olarak aldım. Fakat beni en çok şaşırtan, oyunun alt metinleri ve teknik olarak 'önemsiz' olan karakterlerin hikâyeleri oldu. Vampyr dertleri ve anlatmak istedikleri olan bir oyun. Oyunun geçtiği 1918, belki şu an bizlere çok uzak gelse de aslında günümüzdeki problemlerin aynılarının yaşandığı bir yıl. Kadınların toplumdaki yeri ve oy verme hakları, gaylerin toplum tarafından afaroz edilmeleri, mültecilere köpek gibi davranılması, iş yerinde ırkçılık ve cinsiyet ayrımcılığı gibi konular, Vampyr'in kafanıza kafanıza vurarak anlatmadığı (sana bakıyorum Detroit) ama sizden üzerlerinde düşünmenizi istediği sorunlardan sadece bazıları. Karakterlerle konuştukça, Londra'da yaşayan bu 30 küsür insanın her birinin hayatlarında farklı sorunlarla mücadele ettiklerini ve bazılarının bu sorunlara yenik düştüklerini göreceksiniz. Fakat siz bu hikâyeleri kendi hızınızda keşfedecek hatta çok derine inmezseniz kaçıracaksınız bile. İşte bana kalırsa Vampyr'i özel kılan da bu.
Başlıklar
- Jonathan Reid hikayesi ve iç çatışmalarıyla çok iyi bir ana karakter olmuş
- Kendimizi gerçekten bir vampir gibi hissediyoruz
- Vermek zorunda kaldığımız kararlar oldukça anlamlı
- Bölge halkı menüsü ve aralarındaki ilişkiler yumağı çok iyi hazırlanmış
- Gerek alt metinleri, gerek yan hikayeleri merak uyandırıcı
- Dövüş mekanikleri oyunun en zayıf yanı olarak karşımıza çıkıyor
- Bazı yerlerde dudak senkronu bozuk, grafiksel bazı hatalar var
- Hızlı seyahat olmaması biraz sıkıcı olmuş
- Diyalogları parça parça geçmek mümkün değil