Dark Souls Günlükleri – Bölüm 2

Bu Yol Dark Souls 3'e Gider

Geçen haftaki bölümümüzde seriye giriş yapmış, unutulmuş sinsi bir cüceden, cadılardan ve karizmatik şövalyelerden bahsetmiştik. Gözden kaçırdıysanız (ki kaçırmamışsınızdır değil mi?) hemen şu sayfaya (Dark Souls Günlükleri - Bölüm 1) gidip önce o yazıyı bir okuyorsunuz. Bu hafta ise kaldığımız yerden devam ediyor ve Dark Souls 1’i sonlandırıyoruz.

Dark Souls 3 İnceleme

Gwyn’in Aile Eşrafını Tanıyalım

Ve sıra Gwyn’e geldi işte. Çıban başı. Böyle diyorum çünkü ejderhalara karşı savaş açmasa belki de dünya daha uzun süre Kadimler Çağında kalacaktı. Ama yok, bu büyük savaşçı rahat durmadı ve yanına diğerlerini de alarak ejderhaları ortadan kaldırdı. Her şey günlük güneşlikti, mis gibi Ateş Çağı başlamıştı, herkes mutlu mesut geçinip gidiyordu. Ama ateş dediğin elbette sonsuza kadar yanmayacaktı ve alevler zayıflamaya başladı.

1 Lord Gwyn

Alevin sönmekte olduğunun farkına varan Gwyn şövalyelerinin yarısını Anor Londo’da bıraktı, kalan yarısını ise yanına alarak Kiln of the First Flame’e geldi. Gwyn Ateş Çağını uzatmak istiyordu ve bunun için İlk Alevi güçlendirmek gerekliydi. Ama kendisi akıllı bir lider olduğu için tüm bunlara kalkışmadan önce gücünü çocukları arasında dağıttı ve sahip olduğu Lord Ruhunun da bir kısmını Dört Krallar ve Seath the Scaleless arasında paylaştırdı.

Gwyn alevi güçlendirmeyi başarmıştı ama bu sırada kendisi de yanarak kora dönüştü. O artık Günışığı Lordu değil, Kor Lordu’ydu. Tüm bunlara rağmen Gwyn o kadar güçlü bir Tanrıydı ki ruhu gücünü kaybetmedi ve biz de oyun boyunca onun hakkında “çok güçlü bir ruh” denildiğine şahit olduk. Gwyn’in peşinden gelen sadık şövalyeleri de yenilenen ateşin alevleri arasında yandılar ve Kara Şövalyelere dönüştüler. Tüm bunların bizim bu döngüye dahil olmamızdan en az bin yıl önce geçtiğini hatırlatmakta fayda var. Of of, tam bu noktada Frampt, Kaathe ve Gwynevere’in Gwyn ve bizim hakkımızdaki düşüncelerine değinmek istiyorum ama sabretmem lazım, her şey sırayla.

2 Gwynevere

Gwyn’in üç çocuğu vardı: İlk doğan çocuğunun adı bilinmiyor ve kim olduğuna dair de bir fikrimiz yok. Diğerleri ise Gwyndolin ve Gwynevere. Gwyn’in tek kızı olan Gwynevere’i Anor Londo’daki gizli odasında dinlenirken buluyorduk. Aslında gördüğümüz şey Gwynevere değil, erkek kardeşi Gwyndolin tarafından yaratılmış bir illüzyondu. Gerçek prenses, Alev Tanrısı Flann ile evlenip Lordran’dan ayrılalı uzun zaman olmuştu. Dolayısıyla bu illüzyonun size veliahtlıkla ilgili söylediği şeylerin aslında Gwyndolin’in kendi düşünceleri olduğu çıkarımını yapabiliriz. Gwyndolin ise Gwyn’in en küçük çocuğu ve Anor Londo’da kalan son tanrı. Aya olan yatkınlığı sebebiyle bir kız evlat gibi yetiştirilmiş, bu yüzden de oldukça feminen bir görüntüsü var. Ve muhtemelen siz Anor Londo’yu bitirmenize rağmen kendisiyle karşılaşmadınız bile. Karşılaşmadınız değil mi? Çünkü babasının mezarını koruyan bu opsiyonel boss’a ulaşmak için Darkmoon Seance Ring’i takmanız ve Anor Londo’daki dev Gwyn heykeline gitmeniz gerekiyordu. Yüzüğün üzerinde yazan “bu yüzük Darkmoon tanrısı, Günışığı Lordu Gwyn’in son evladı Gwyndolin’in yandaşlarına bahşedilmiştir” cümlesi işte bunun için önemli bir ipucuydu. Bunu yaptığınızda heykel ortadan kayboluyordu ve böylece isterseniz Blade of the Darkmoon covenantına katılabiliyordunuz.

Eğer Gwynevere’in illüzyonuna saldırırsanız bu sefer Anor Londo’nun gerçek yüzünü görüyordunuz. İllüzyonun yok oluşu ile birlikte Anor Londo karanlığa gömülüyor ve düşmanların büyük bir çoğunluğu da ortadan kayboluyordu. Çünkü onlar da aynı Gwynevere gibi Gwyndolin’in yaratmış olduğu illüzyonlardı. Bunu yapmanızı pek önermiyorum aslında, varsın Anor Londo’nun gerçek yüzünü görmemiş olun. Ne demişler, “cehalet mutluluktur”.

3 Gwyndolin

Kuvvetli bir teoriye göre ise Gwyndolin aslında Gwyn’in değil, ejderha Seath’in oğlu. Aya olan düşkünlüğü (Seath’in kuyruğundan Moonlight Greatsword’u elde ediyorduk mesela), fiziksel görünüşü (bacaklarının yerine yılana benzeyen dokunaçların olması) gibi ipuçları hiç de yabana atılacak şeyler değil çünkü.


Pulsuz Ejderha mı olur kardeşim?

Gelelim hain ejderha Seath the Scaleless’a. Albino ejderha Seath’in kendi ırkına ihanet etmesinin sebebi kıskançlıktı, çünkü diğer ejderhaların aksine ölümsüzlüğün simgesi olan taş pullara sahip değildi. Böyle bir ortamda siz de cıbıl, beyaz bir ejderha olsanız belki siz de Seath’in davrandığı gibi davranırdınız, kim bilir. Seath Gwyn’in müttefiki oldu ve ejderha ırkının sonunu getirdi (acaba?). Şurası bir gerçek ki çoğu kişi Seath’in son ejderha olduğuna inanıyordu, ama biz opsiyonel bir bölge olan Ash Lake’in sonuna vardığımızda oradaki Everlasting Dragon’u görmüştük. Saldırdığımızda karşılık vermeyen bu ejderhanın kuyruğunu kestiğimizde kazandığımız Dragon Greatsword’un açıklamasında da bu ejderhanın doğrudan kadim ejderhaların soyundan geldiği yazıyordu zaten.

4 Seath

Ejderhalar yenildikten sonra Gwyn hizmetlerinden ötürü Seath’i “Dük” unvanı ile ödüllendirdi ve ona ölümsüzlüğün sırrını bulmak amacıyla araştırmalarına devam edebilmesi için devasa bir arşiv inşa etme izni verdi. Şimdi anladınız mı Duke’s Archives bölümündeki Dük isminin nereden geldiğini? Seath delicesine araştırmalar yaptı ve nihayet Primordial Crystal’in keşfiyle birlikte ölümsüzlük hedefine ulaşmış oldu. Peki ne pahasına?

Seath kendini araştırmaya gömmüş, bu sırada zihni yavaş yavaş solmaya başlamıştı. Ölümsüzlüğü bulduğu sırada artık akıl sağlığını tamamen kaybetmiş durumdaydı. Paranoyanın dibine vuran Seath başkalarının ölümsüzlüğü çalmak için peşinde olduğu korkusuyla kendini arşivlerine kilitledi. Dedim ya Seath artık iyice delirmişti ve kimseye güvenmiyordu. Nasıl o kendi ırkına ihanet ettiyse, diğerlerinin de sahip olduğu Lord Ruhunu çalmak için kendisine ihanet edebileceğini düşünüyordu. Sonsuza kadar bu düşünceler içinde yaşamak zorunda olduğunuzu düşünsenize…

5 Priscilla

Anor Londo’daki dev tablodan geçtiğimiz Painted World of Ariamis’in sonunda Melez Priscilla ile karşılaşmıştık. Güzeller güzeli bu kız aslında bir ejderha kırmasıydı ve Seath ile ciddi bir bağı vardı. Burada iki teori ön plana çıkıyor, ilki Seath’in Priscilla’nın babası olduğunu iddia ederken (maşallah Seath de yere bakan yürek yakan çapkın bir ejderhaymış), diğeri ise Priscilla’nın Seath’in deneylerini sonucu ortaya çıkan hatalardan biri olduğunu söylüyor. Priscilla bembeyaz bir kız ve boynunda pulları var. Seath’e olan benzerlikleri yüzünden ben ilk teorinin daha mantıklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü Priscilla Lordran’da hayatta kalan tek ejderha (daha doğrusu ‘canlı’ ejderha) Seath ve tanrılarla yakın ilişkiler içerisinde. Hatta buradan da Priscilla’nın yarı ejderha, yarı tanrı olduğu sonucuna bile ulaşmamız mümkün. Priscilla’nın annesinin kim olduğuna dair kesin bir bilgi yok elimizde ama en yaygın kanı onun Gwynevere’in kızı olduğu. Sonuçta bu dünyaya geçerken kullandığımız tablo Gwynevere’in katedralinde bulunuyor ve asırlardır muhafızlar tarafından korunuyor. Ayrıca Priscilla önemli bir kişi değil de yalnızca başarısız bir deney olsaydı neden onu öldürmek yerine gözlerden uzak bir yerde muhafaza etsinler ki? Kendisi ayrıca oyunda öldürmeye kıyamadığım yegane boss’tur, elim gitmedi işte ona kılıç vurmaya. Böyle de duygusal bir yapısı var Dark Souls’un.

Frampt ve Kaathe İsminde İki Yılan ve Oyun Sonu

Nihayet artık oyunun sonuna geliyoruz. Kingseeker Frampt ve Darkstalker Kaathe, Chosen Undead rolünde kaderimizde bulunan olayları gerçekleştirmemizde büyük etkisi olan iki önemli figür. Her ikisi de tarih öncesinden kalan yılanlar, inanılmaz yaşlılar ve ikisinin de Lordran’ın geleceğine dair farklı planları var.

6 Frampt

Frampt Gwyn’in yakın arkadaşı diyebiliriz, hatırladığınız üzere Gwyn kendisini İlk Alevde yakmıştı ve Frampt da Ateş Çağının süresinin uzaması için bu rolü üstlenecek yeni bir Lord arayışındaydı (şok şok şok, bu Lord biziz). Her iki Bell of Awakening’i de çaldığımızda Firelink Shrine’da ortaya çıkıyordu ve bize bundan sonraki yolculuğumuz hakkında bilgi veriyordu:

“Seçilmiş Undead. Senin kaderinde Yüce Lord Gwyn’in yerini almak var. Böylece Alevi güçlendirebilecek, Karanlığı uzaklaştırabilecek ve Undead lanetini bozabileceksin.”

Zaten ismindeki Kral Arayan unvanı da tam da bu sebepten ileri geliyor. Ayrıca Frampt ile diyaloglarımızda Seath’i hiç sevmediğini anlayabiliyorduk, bunun da muhtemelen sebebi Gwyn ile Seath’in çok yakın olmalarıydı. Bize Lordvessel’i yerleştirdikten sonra toplamamız gereken ruhları anlatırken sıra Seath’e geldiğinde sesindeki nefret, ‘Gwyn’in eski sırdaşı’ derken hissettiği kıskançlık bariz belli oluyordu valla.


Darkstalker Kaathe ise Frampt’ın tam zıttı bir dünya görüşüne sahip ve siz belki de oyunu oynarken onunla hiç karşılaşmadınız bile. Kaathe’yi bulmak için Lordvessel’i Firelink Sunağına yerleştirmemiş olmanız gerekiyordu. Lordvessel yerleştirilmemiş haldeyken Four Kings’i öldürdüğünüzde Kaathe The Abyss ateşinin yanında bizi bekliyor oluyordu. Kaathe Darkwraiths covenantının lideri ve nihai amacı Pygmy’nin planlarının gerçekleşmesi. Yani Kara İşareti taşıyan ve seçilmiş undead olduğuna inandığı kişiyi kendi yanına çekmek ve o kişi Gwyn’i öldürdükten sonra Karanlık Çağ’ı başlatmasını sağlamak. Frampt Ateş Çağını devam ettirecek yeni kralı ararken, Kaathe bu çağı sonlandıracak yeni Karanlık Lordu arıyor. Kendisinin pis bir karakter olduğunu çoğu ipucundan anlayabiliyoruz aslında. Mesela Oolacile’in halkını kandırıp Manus’u uyandırmasını sağlayan o, New Londo’nun krallarını çıkarları için manipüle eden de o. Yani hem Oolacile’nin, hem New Londo’nun çöküşünden bizzat sorumlu ve kim bilir daha da nelerin yıkımına yol açmış. Ama bu dünyadaki amaç hakkında size en dürüst ve belki de en ayrıntılı bilgiyi veren de yine ta kendisi. Lordvessel elimizdeyken onunla konuştuğumuzda bize şu sözlerle sesleniyordu:

“Gerçeği seninle yalın biçimde paylaşacağım. Ateşin gelişinin ardından kadim lordlar üç ruh buldu. Ama senin atan dördüncü, hiçbirine benzemeyen bir ruhu ele geçirdi. Karanlık Ruhu. Atan Karanlık Ruhu kendine aldı ve Ateşin soluklaşmasını bekledi. Ve sonra, alevler söndü ve geriye yalnızca Karanlık kaldı. Böylece insanların çağı başladı, Karanlık Çağ. Lakin… Lord Gwyn Karanlık karşısında titredi. Ateş Çağına tutunmak için, insanlardan ölesiye korktuğu için ve Karanlık Lordun bir gün o insanlar arasından doğacağını bildiği için, doğanın gidişatına direndi. Kendisini ateşi güçlendirmek için kurban etti ve çocuklarına da insanları gütme emri verdi, Gwyn Karanlık Lordun doğumunu engellemek için senin geçmişini bulandırdı. Ben çağlar öncesinden kalma bir yılanım. Gerçek Lordumuzu bulmak için geçmişin hatalarını düzeltmeye çalışırım. Ama diğer yılan, Frampt, o da sağduyusunu kaybetti ve Lord Gwyn ile arkadaş oldu. Ölümsüz savaşçı, şu an bir yol ayrımında duruyoruz. Ve senin kaderin hakkındaki gerçeği yalnızca ben biliyorum. Ateşin üzerine titreyen, doğaya kafa tutan, sönükleşmiş Lord Gwyn’i öldürmeli, Dördüncü Lord olmalı ve Karanlık Çağı başlatmalısın!”

7 Darkstalker Kaathe

Yazıda ilk kez Frampt ve Kaathe’den bahsettiğimde araya Gwynevere’in ismini de sıkıştırmıştım. Çünkü Gwynevere’in illüzyonu ile konuştuğumuzda bize şöyle demişti:

“Bir zamanlar hayatta, şimdiyse Undead olansın, baba Gwyn’in tahtına layık bir varissin,

Yalvarırım sana. Lord Gwyn’in yerine geç ve dünyamızın Ateşini miras al.

Ateşin sıcaklığını, parlaklığını ve güç verdiği yaşamı hissettik biz. Ateş olmadan her şey donar, korkutucu Karanlık gelir.

Lütfen, Babamın yerini al ve dünyamızın Ateşini sürdür.

Bu sonsuz alacakaranlığa son ver ve daha fazla Undead kurban edilmesini önle."

İşte bu noktada seçim tam olarak da bize düşüyordu. Aslında bu iki yılanın da konuşmalarını okumasak, hatta Kaathe ile hiç karşılaşmamış olsak bile seçim yine bize aitti. Neden olduğunu bile bilmeden Karanlık Çağı başlatmak tamamen bizim elimizdeydi.

Oyunun sonunda Lord Gwyn’in karşısına çıkar ve onu öldürürüz. Değişen bir şey yok gibidir. Bizi bir yere yönlendiren bir şey, gaipten gelen yüce bir ses yoktur. İleride yanıp duran ateşi görürüz sadece ve bir kelebek gibi ateşe doğru çekiliriz. Oyun boyunca alıştığımız şey de bu değil midir zaten, bossları öldürüp sonrasında gördüğümüz ateşi yakmak. Yapılması gereken doğal şey budur çünkü, bir nevi bizim de doğamız bu olmuştur. Nedenini bile bilmeden ateşe doğru gideriz ve yakarız. Bunu yaparak aslında kendimizi kurban ederiz, kendimizi ve taşıdığımız Lord Ruhlarını Ateşi güçlendirmek için kullanmış oluruz, Lord Gwyn’in yerini alırız ve dünyaya hakim olan tanrıların ömrünü uzatırız. Ve kendimizi (daha doğrusu yeni bir Seçilmiş Kişiyi) oyunun en başında, Northern Undead Asylum’daki hücrede buluruz. Çünkü Dark Souls bir döngüdür. Çünkü seçilmiş undeadlerden biri kendini feda etmiş ve Ateş Çağının devam etmesini sağlamıştır, bu döngüyü bozacak kişi henüz gelmemiştir.

8 End

Peki ya ateşi yakmazsak? Dark Souls’un iki tane sonu var. Eğer ateşi yakmaz ve dışarı çıkarsak ateşin sönmesine izin vermiş oluyoruz. Yani Pygmy’nin soyundan gelen sayısız kişi arasındaki Dark Lord’un biz olduğumuzu gösteriyor ve Karanlık Çağı başlatmış oluyoruz… Ve kendimizi oyunun en başında, Northern Undead Asylum’daki hücrede buluyoruz. Çünkü Dark Souls bir döngüdür. Çünkü her ne kadar biz ateşi yakmayı reddetmiş olsak bile sayısız seçilmiş undeadlerden biri kendini feda etmiş ve Ateş çağının devam etmesini sağlamıştır. Ve bu döngünün bir sonu yoktur. Ve işte Dark Souls bu yüzden efsane bir oyundur, oyunu bitirdiğiniz anda sizi böylesine afallatıp “neler oldu” diye düşündürür, tekrar oynamak ve kaçırdıklarını görmek için can atmanıza neden olur.

Dark Souls Günlükleri - Bölüm 3

YORUMLAR
Parolamı Unuttum