Ve işte geldik Drangleic ile Lordran arasındaki ilişkiye. Dark Souls 2’yi ilk oynadığımda bu ilişkiye dair bazı ipuçlarını kendim de fark etmiş olsam da asıl aydınlanmayı bunun hakkında yazılmış yazıları okuduktan sonra yaşadım :) Çünkü bu ilişkilerin bazıları oyunu NG+’da oynayınca bulunuyordu ve ben henüz ikinci tura başlamamıştım. Tabi bunları bilmek yetmez, kendim de görmeyelim diye NG+’ya başladığımda okuduklarıma dair daha da fazla detay dikkatimi çekmeye başladı ve bu da oyunun keyfini ciddi anlamda daha da arttırdı. Sizin de ileriki oyunlardaki keyfinizi arttıracak yazımıza hoş geldiniz.
Önceki Bölüm:Dark Souls Günlükleri - Bölüm 3
Lordran’ı Almışlar, Üzerine Drangleic Kurmuşlar
İlk çıkarımı baştan yapalım. Bildiğimiz gibi Dark Souls serisi döngüler üzerine kurulmuş bir seri, herşey bir şekilde kendisini tekrar ediyor. Dolayısıyla oyunların geçtiği toprak parçalarının da aslında aynı bölgelerde bulunması çok da sürpriz değil. Dahası, Lordran ve Drangleic bu evrendeki tek krallık da değiller. Straid of Olaphis bu konudaki en sağlam bilgiyi bize şu sözlerle veriyordu:
“Bu toprak parçasında bir çok Krallık ortaya çıktı ve yıkıldı. Benimki kesinlikle ilk değildi. Başlangıcı olan herşeyin bir de sonu vardır. Hiçbir ateş, ne kadar muhteşem olsa da, günün birinde titreyip sönmekten kurtulamaz. Ama işte o küllerden yeni bir ateş yanar, yeni bir kral doğar. Drangleic… Bu ismi daha önce duymamıştım. Buraya şimdilerde böyle mi diyorlar?”
Straid isminden de anlaşılacağı Olaphis krallığından geliyor. Yani bu döngünün bir noktasında ortaya Olaphis’in de çıkmış olması lazım. Straid’i taşlaşmış halde buluyorduk, yani o taş haliyle kimbilir kaç bin yıl geçirmiş, taş olmadan önce ortaya çıkan Olaphis krallığı da bu süre içinde yok olup gitmiş. Yani sırf buradan bile aslında Lordran ile Drangleic arasında sayısız krallığın doğup yok olmuş olabileceğini anlıyoruz, ama bunların tümü de Dark Souls 2’de ayak bastığımız toprak parçasının üzerinde gerçekleşmiş ve tüm bu krallıklarda yaşananların izleri bir şekilde sonraki krallıklarda da kendilerini bir şekilde göstermişler.
Stone Trader Chloanne ne diyordu hatırlayın: “Buraya Drangleic dediklerini biliyorsun, değil mi? Eski hikayelerde buranın başka bir adı olduğu söylenirdi. Neydi ki? Duyduğum bir şeydi ama şimdi hatırlamıyorum. Çok çok uzun zaman önce tam da bu noktada bir çok krallık yükselmiş ve çökmüş. Aynı görkemli bir ateşin sönükleşmesi gibi. Belki de bu yüzden insanlar geçmiş hakkında pek bir şey hatırlamıyorlar.”
Tamam Lordran ve Drangleic aynı toprak parçasının üzerindeydiler, ama bu mekanların da bire bir aynı yerde olduğu, sadece şekil ve isim değiştirdiği anlamına gelmiyor. Örneğin sıkça dile getirilen bir teori ilk oyundaki Northern Undead Asylum ile ikinci oyundaki Lost Bastille’in aynı yer olduğunu söyler. Sonuçta ikisinde de undeadler hapsediliyordu ama bu iki mekan arasındaki tek benzerlik de bu. İkisi bire bir aynı mekan değil, yani yeni bir hapishane için onca yer varken neden Bob Ross resimleri gibi “şurada bir Asylum var, bir fırça darbesiyle Bastille yapıyoruz” denilsin ki? Lost Bastille, Drangleic Kralı tarafından sürgüne gönderilen ruhsuzsuzların tutulduğu dev bir hapishane ama içinde Straid’in de olduğundan yola çıkarsak Drangleic’ten daha önce inşa edilmiş bir mekan. Lost Bastille’de Pharros düzeneğini kullanarak açtığımız gizli kapıdan Belfry Luna isimli gizli mekana geçebiliyor ve burada ilk oyundaki Bell Gargoyles’a çok benzeyen Belfry Gargoyles ile savaşabiliyorduk. Hatta bu savaştan sonra hemen sonra bonfireı yaktıktan sonra sol taraftan aşağı bakarsanız ilk oyunda Capra Demon’la savaştığımıza çok benzeyen daracık bir alan olduğunu ve yine köpeciklerle dolu olduğunu görürsünüz. Tabi ilk oyundaki o dar alanda merdiven sol tarafta, bunda ise sağ tarafta kalıyor ama bunların tümü aslında bire bir kopya olmak yerine oyunlar ve mekanlar arasındaki bağları hissettiren minik detaylar. Yine de buradan Lost Bastille’in Northern Undead Asylum ile aynı yer olmadığı, ama Bell Gargoyles ve Capra Demon ile kapıştığımız Undead Parish / Burg ile aynı toprak üzerine kurulmuş olduğu sonucunu çıkarabiliyoruz.
Heide Mimarları Kimden Esinlenmişti
Ben Heide’s Tower of Flame ve Cathedral of Blue bölümlerini çok severim, o mavi denizlerin ve denizlerin içinde yıkıntıların görüntüsü her zaman çok hoşuma gitmiştir.
“Burası çok uzun zaman önce denize batan kayıp bir uygarlıktan geriye kalanlardır, bu öyle uzun zaman önce olmuştur ki Heide krallığın mi, yoksa bu kıtanın o zamanki ismi miydi, kimsecikler hatırlamaz.”
Aslında Heide’s Tower of Flame ismini Flame God Flann’dan almıyor (ilk oyunun hikayesinde kendisine ufak da olsa değinmiştik), ama bu bölgenin Flann ile ilgisi var. Tower of Flame bir deniz feneri ve açıklamaya göre hem gemileri tehlikeye karşı uyarmaya, hem de Blue Sentinels covenantını arayanlara yol göstermeye yarıyor. Hem Tower of Flame, hem de Cathedral of Blue’nın mimari özellikler bakımından Anor Londo’ya çok benzediği ortada, buradan da bu mekanları inşa edenlerin Anor Londo ve orada yaşayan Tanrılar hakkında az da olsa bilgi sahibi olduğunu çıkarabiliyoruz. Ama sıkıntı şurada, Anor Londo’nun üzerinden öyle uzun zaman geçmiş ki mimarlar bu görkemli şehir hakkındaki kısıtlı bilgileriyle iş yapmışlar, örneğin Gwyn’i andıran heykeller kuş kafasına sahip, çünkü efsanelerde anlatılan Gwyn’i kafalarında bu şekilde canlandırmışlar.
Cathedral of Blue ise ayrı bir hikaye. Bir kere Blue Sentinels muhtemelen Blades of the Darkmoon’un devamı. Hatırlarsanız Darkmoon covenantı da suçluları “mavi ruh” şeklinde avlamaktı ve Gwyndoline’e hizmet ediyorlardı. Blue Sentinels de aynı şekilde zayıfları koruyor ve istila edilenlerin yardımına koşarak suçluları avlıyor. Ve işte yine bu yüzden katedrale girdiğimizde karşımızda Old Dragonslayer’ı buluyoruz. Dragonslayer Ornstein ilk oyundan farklı olarak bu sefer karşımıza tek başına çıkıyor ve lightning yerine dark büyüsü kullanıyor. Burada iki teori arasından istediğimize inanmakta serbestiz. Ya bu karşılaştığımız gerçekten de Ornstein, aynı Artorias gibi zaman içerisinde Abyss’in çağrısına kayıtsız kalamamış ve karanlık büyünün esiri olmuş. Zaten bilinci de yerinde değil ve kendisini hala Darkmoon covenantını koruyormuş sanıyor (çünkü onu öldürünce Blue Sentinels’e erişiyoruz). Katedral ateş tanrısı Flann’a tapınmak üzere inşa edildiyse o halde Old Dragonslayer gerçekten de Flann ile kaçmış olan Gwynevere’in koruyucusu Orstein demektir. İkinci teori ise şu, Heide’yi kuran insanlar Anor Londo ile ilgili hikayeleri dinlerken oradaki katedrali koruyan, aslan zırhlı Dragonslayer’ı da mutlaka duymuşlardır. Bu yeni katedral kurulduğunda da onu ve covenantı korumak için geleneği devam ettirip mızraklı, aslan zırhlı bir şövalyeyi görevlendirmiş olabilirler. İlk teoriye inanmak benim daha çok işime geliyor, böylece tanıdık bir sima görüp sevinmiş oluyoruz çünkü (sonrasında adamcağızı yine kesiyoruz ama o kadar da olur).
Pulsuz Seath, Drangleic’te De Peşimizi Bırakmıyor
Weaponsmith Ornifex bildiğiniz üzere bir Karga İblis. Bu karga iblisler Dark Souls 1’de bahsi geçen Günah Tanrıçası Velka’nın müritleri diyebiliriz, muhtemelen tapınmaları sırasında yavaş yavaş biçim değiştirmiş ve en sonunda kargalaşmışlar. Zaten ilk oyundaki Painted World of Ariamis’te bu türle sıkça karşılaşmıştık. Bu yaratıklar büyük ihtimalle Painted World’de Priscilla’yı korumak üzere bulunuyorlardı ve Priscilla da Seath’in yaratımlarından biriydi. Ornifex ile karşılaştığımızda bize şöyle diyor:
“Denir ki tekniklerimiz bu topraklarda yaşamış tuhaf bir varlıktan kalmaymış bize. Çok, çok uzun zaman önce yaşamış, Renksiz bir yaratıktan.”
Carhillion of the Fold ise yine şu cümleyi kuruyordu: “Büyü denen şey çok uzun zaman önce yaratılmış. Bazıları bunun kaynağının yüce, renksiz bir varlık olduğunu söylüyor”
Eh canım kaç tane renksiz, yüce, tuhaf varlık tanıyoruz ve bunların kaçı büyü ve deneyle kafayı yemiş ki? Elbette burada bahsi geçen varlık bizim pek sevgili ejderhamız. Ama bence Seath ile ilgili en güzel bağlantıyı Manscorpion Tark’tan öğreniyorduk.
Brightstone Cove’daki Duke’s Dear Freja’yı öldürdükten sonra Shaded Woods’a geri dönüp Tark ile konuştuğumuzda bize “Bu ne yetenek. Sahibimi öldürdün. Ama bizim gerçek sahibimiz asla gerçekten ölmez, yalnızca biçim değiştirir ve böylece sonsuza dek sürdürür öfkesini” diyordu. Bu noktada aslında teoriler iç içe de geçmeye başlıyor, ona birazdan Dört Büyük Ruh kısmında değineceğim.
Evet, Manscorpion Tark ve Scorpioness Najka Seath’in yaratımlarıydılar. Zaten Manscorpion Tank onunla ilk konuşmamızda bize şunları söylemişti: “Bir zamanlar bir sahibimiz vardı. Bizi çok uzun zaman önce yarattı o. Lakin ölümcül bir kusurla doğmuştu. Kendine bulunmayanlara sahip olanlara gıpta ederdi, ve bu yüzden nefretle doldu. Nihayetinde deliriverdi. Ve bu deliliğin zirvesindeyken bizler gibi tuhaf yaratıkları yarattı.”
Dört Büyük Ruh
Hemen hatırlayalım, Dark Souls 1’de ismi geçen Lord Ruhları Lord Gwyn, Witch of Izalith, Gravelord Nito ve Seath the Scaleless’taydı (Gwyn sahip olduğu ruhun bir parçasını Seath’e vermişti). Dark Souls 2’de de tema olarak bu dört ismi çağrıştıran dört boss ile savaşıyoruz: Old Iron King, Lost Sinner, The Rotten ve Duke’s Dear Freja. Çünkü Dark Souls 2’de bize kalenin kapılarını açacak ve kendimizin bu göreve layık olduğumuzu kanıtlamamızı sağlayacak olan Dört Büyük Ruh aslında ilk oyundaki Dört Büyüklerin bir şekilde reenkarnasyonları ve/veya ruhlarını koruyan varlıklar.
Hazır Seath’ten girmişken bu listeye de tersten, yani Duke’s Dear Freja’dan başlayalım. Zaten Duke ismini görür görmez aklımıza Seath geliyor çünkü onun da kendisine verilen unvanı buydu. Ama buradaki Duke yalnızca güzel bir kelime oyunu ve bu bağı kurmamıza yardım eden faktörlerden biri. Çünkü burada ismi geçen Duke, Freja’yı öldürdükten sonra odasında bulduğumuz Duke of Tseldora (diğer ismiyle Lord Tseldora). Nasıl Seath aklını ejderhalarla ve ölümsüzlükle bozduysa Tseldora Dükü de örümceklerle bozmuş. Brightstone Cove’daki şehrin kurucusu kendisi, ama örümceklere olan aşırı ilgisi nihayetinde tüm şehrin örümcekler tarafından istila edilmesiyle sonlanmış. Yalnız genel kanının aksine Freja Duke’un yarattığı bir yaratık değil; ona daha çok evcil hayvan diyebiliriz. Freja’nın ruhunda yazan şey önemli bir bilgi: “Dük’ün sadık Freja’sının, Kıvranan Kalıntının Koruyucusunun ruhu”. Kıvranan Kalıntı, yani Writhing Ruin, ruhta da anlatıldığı gibi Seath the Scaleless’ın lord ruhundan geri kalanlara verilen isim. Bu kuvvetli ruh üzerinden binlerce yıl geçmesine rağmen etrafındakiler üzerindeki etkisini sürdürüyor ve varlıkların arzularıyla besleniyor. Seath’te bu durum ölümsüzlüktü, Tseldora halkı için zenginlikti (çünkü deli gibi zenginleşmelerine rağmen madenleri kazmaya ve daha fazla kazanmaya devam ediyorlardı). Sonra da Freja’yı etkisi altına aldı. Freja bu ruhun koruyucusuydu, onu güvende tutuyor ve gücünü besliyordu.
Peki Lord nerede devreye girdi? Lordun örümceklere düşkünlüğünü biliyoruz. Freja’yı öldürdükten sonra Lordun odasına girdiğimizde orada kapısı kırık bir kafes görüyoruz. Yani muhtemelen Freja aslında bu kafesteydi, Tseldora maden için buraları kazarken ejderhanın kalıntılarına ve Freja’ya rastladı, onu çok sevdi ve evcil hayvanı olarak benimsedi.
NG+’da Duke’s Dear Freja’yı öldürdüğümüzde normal ruha ek olarak “Old Paledrake’s Soul” da kazanıyoruz. Elbette burada Paledrake ile kast edilen Seath’in ta kendisi. Zaten Freja ile savaştığımız yerde Gwyn’in ejderhalarla yaptığı savaş zamanından kalma ölü bir ejderhayı da görüyoruz. Ruhunun sonsuza kadar saklandığı bu yerin ırkına ihanetinin bir örneğinin bulunduğu yer olması bence hoş bir ayrıntı olmuş. Ayrıca dikkat ettiyseniz Great Soul’u Freja’yı öldürdüğümüzde kazanmıyoruz, gidip bu ejderha kalıntısının önünden alıyoruz. Bu da Freja’nın yalnızca bir koruyucu olduğunun göstergesi, ama NG+’da verilen ek ruh ile Seath ve burası arasındaki bağlantıyı net olarak görmemiz isteniyor.
Gravelord Nito Nerede Acaba?
Oyunda Nito’ya çok sayıda atıf var aslında: mesela Milfanito ve Fenito. Milfanito uzun yıllar önce Great Dead One tarafından yaratılmış ve görevleri sonsuza kadar şarkı söylemek olan kız kardeşler. Belki onlara da haftaya değiniriz. Fenito ise bir ırk ve Grave Warden Agdayne de onlardan biri. Fenito ırkı da Nito tarafından yaratılmış, bu yüzden de Agdayne bize şöyle demişti:
“Ben bir Fenito’yum. Bizler ölüm dokuruz ve ölülere göz kulak oluruz.
Bu görev bana, bize ilk ölümü bahşeden tarafından verildi.”
İlk ölümü bahşeden? Yani Nito, yani İlk Ölü. Üstüne söylediği şu sözler de Drangleic’in Lordran ile bağlantısını kuvvetlendirecek şekilde.
“Geçmişte insanlar karanlıkla birdi. Eski Işık Kralı, insanlardan korkardı… karanlık çağın başlamasından.”
Burada kuvvetle ihtimal Gwyn’den bahsediyor olmalı, ama bunun sonsuz bir döngü olduğunu düşünürsek Lordran ile Drangleic arasında geçen tarihlerde ortaya çıkmış olabilecek onlarca krallık ve bu döngünün piyonu olan ve kendini ateşte yakarak Karanlık Çağı öteleyen onlarca kraldan biri de olabilir.
Peki Nito’nun ruhunu nerede buluyoruz? Dört Büyük Ruh’tan biri olan The Rotten’ı NG+’da öldürdüğümüzde kendi ruhuna ek olarak Old Dead One’s Soul düşürüyor. Rotten’ın aslında Pharros olduğuna ve Aldia’nın deneyleri sonucunda böyle çarpıklaştığına dair bir teori var. Sonrasında Nito’nun lord ruhunun da etkisiyle vücudu git gide deforme oluyor ve sonunda karşımıza çıktığı haline ulaşıyor. Zaten The Rotten’un ruh açıklamasında da “Çukura atılan her şeyi sahiplenir” yazıyordu, aynı Nito’un tüm ölüleri sahiplenmesi gibi. Nito’nun vücudunda birbirine geçmiş iskeletler görüyorduk, Rotten ise birbirine geçmiş cesetleri bünyesinde toplamış durumda.
Sıra Geldi Witch of Izalith’e
Lost Sinner ile savaşmaya hazırsınız, sis kapısından içeri giriyorsunuz ve sizi boss videosu karşılıyor. Lost Sinner’ın maskesinde bir böcek görüyoruz ve bu böcek gözünden içeri doğru giriyor. Bu böceği hatırladınız mı? İlk oyunda Bed of Chaos’ta bulduğumuz Chaos Bug’ın aynısı. Reenkarnasyon olayı burada da devam ediyor, ateş her yakıldığında süreç yeniden başlıyor ve bu büyük ruhlar kendilerine yeni konaklar buluyorlar. Lost Sinner hakkındaki en tartışmasız detayı oyunun resmi koleksiyon rehberi veriyor aslında:
“Lost Sinner geçmişindeki günahları yüzünden kendisini sonsuza kadar cezalandırıyor, çünkü bazılarının en büyük günah olduğuna düşündüğü şeye kalkıştı – İlk Ateşi yeniden yakmaya çalıştı. Lost Sinner Büyüklerden Birinin Ruhuna sahipti; Izalith Cadısının ruhundan kalanları taşıyordu. Izalith Cadısı bu topraklarda yaşayalı çağlar geçmişti ama gücü öylesine kudretliydi ki şimdi bile etkisini gösteriyordu.”
Zaten Majula’daki kedi Sweet Shalquir de bize Lost Sinner hakkında “Hisarın derinliklerinde Kayıp Günahkar yaşıyor. Ahmak. İlk Ateşi yakmaya çalışmak ha…” demişti. Bu gerçekten de öylesine bir günahtı ki Lost Sinner kendisini hayal edilemeyecek şekillerde cezalandırıyordu. Mesela Penal Mask açıklamasında şöyle der: “Kayıp Günahkarın maskesi. İçindeki sivri uçlar yalnızca mahkumları kör etmeye değil, onlara işkence etmeye de yarıyordu.”
Lost Sinner’ı NG+’da öldürdüğümüzde kendi ruhunun yanı sıra Old Witch Soul da düşürüyor. Zaten bu zorluk seviyesinde Lost Sinner’la savaşırken savaşa iki tane de Pyromancer kırmızı ruh katılıyordu. Pyromancy’nin anası Quelana’ydı, bu durumda ninesi de Witch of Izalith oluyor :) Yani aslında Lost Sinner böcek için aynı Bed of Chaos gibi bir kabuktu ve onu kontrol ediyordu. Kısacası Lord Ruhları hiçbir zaman kaybolmuyor, ama yeni sahiplerine de ilk sahiplerinden izler kazandırıyordu. Lordran’ın Witch of Izalith’i, Drangleic’te de peşimizi bırakmıyordu. Sweet Shalquir’in şu sözlerini de unutmayalım:
“Kadim Olanları mı görmeye gidiyorsun?
O dörtlü o kadar yaşlandı ki.
Şimdiye kadar üzerleri oldukça yosun bağlamış olmalı.
Tanrı aşkına, artık isimlerini bile kimse hatırlamıyor ki!”
Ve Yine, Yeniden Lord Gwyn
Kambersiz düğün, Gwyn’siz Dörtlü olmaz. Peşinde olduğumuz Dördüncü Büyük Ruh Old Iron King idi hatırlayacağınız üzere. Iron Keep’te Old Iron King bize şu sözlerle anlatılır: “Demir Kral son derece güçlüydü, ama dar görüşlüydü ve kudret erdemini yüceltti. Bir iblise dönüştü. Etleri yanmaya devam ederken ruhu derinlerdeki köütücül şeyler tarafından ele geçirildi. Uzun zaman önce yaşamış kadim bir kralın ruhuna sahipti – ateşlere uzandığında benzer bir sonla karşılaşan bir kralın.”. Ateşlere uzanan kralımız pek sevdiğimiz Gwyn’in ta kendisi. Iron King’in cesedi, Lord Gwyn’in ruhuyla biraraya gelerek İrinli Toprak (Ichorous Earth) ismindeki iblis ortaya çıkmış. Bu Ichorous Earth ismini ilk olarak yine Shalquir’den duymuştuk, bir kediye göre çok engin bilgileri var çünkü kendisinin. Daha sonra Crown of the Old King DLC’sinde tacı aldığımız zaman üzerindeki açıklama bu konuda daha net bilgi sahibi olmamızı sağlamıştı: “Bir zamanlar bu topraklara hikmeden Demir Kralın Tacı. Kral kavurucu demirlerin içine battı, ismi tekrarlanmaması gerekenle karşılaştı ve ortaya İrinli Toprak çıktı. Ama bunlar öyle uzun zaman önce oldu ki, bugün artık kimseler hatırlamıyor Kralın adını.”
Old Iron King’i NG+’da öldürdüğümüzde kendi ruhuna ek olarak bir de Old King Soul düşürüyordu. Bu ruhta da NG+’da düşen diğer ruhlar gibi şu cümle yazılıydı: “ismi ağza alınamaz olanın ruhu”. Evet Gwyn artık ismi anılmaması gereken bir tanrıydı, ruhu döngüler boyunca ayakta kalmaya, kendine yeni konaklar bulmaya devam ediyordu. Zaten bu ruhu kullanarak yapabildiğimiz Blinding Bolt üzerinde yazan “Güneş Tanrısı tarafından çağlar önce yaratılmış, ama sonra yine aynı tanrı tarafından yasaklanmıştır. Acaba amacı dünyayı nefretten mi, yoksa hüzünden mi korumaktı?” cümlesi de Günışığı Lordu Gwyn’e yapılan açık bir gönderme.
Başka Bağlantılar Da Yok Mu Peki?
Olmaz olur mu? Lordran ile Drangleic’i birbirine bağlayan irili ufaklı bir çok ipucu oyunun çeşitli yerlerine serpiştirilmiş durumda. Mesela Majula’da Maughlin’den satın alabileceğiniz Moon Butterfly Set üzerinde yazan cümleyi okuyalım: “Kışın dolunayda ortaya çıkan ay kelebeği hakkında çok az şey bilinir. Bazıları kelebeğin sihirli bir yaratık olduğunu söyler ve larvası kimseler tarafından görülmemiştir”. Burada ismi geçen Lordran’da boss olarak karşılaştığımız Moonlight Butterfly mesela.
Ya da en büyük kanıtlardan biri, Sunlight Altar. Harvest Valley’de bulduğumuz ve Heirs of the Sun covenantına katılmamızı sağlayan sunak ile ilk oyunda Warrior of Sunlight covenantına katılmamızı sağlayan sunak tıpa tıp aynı. Sunak sunağa benzer diye düşünüp işi yokuşa da süremiyoruz çünkü parçalara ayrılmış bu sunakların kırık parçaları bile tamamen aynı şekilde yatıyor yerde.
Örneğin Black Dragon Greatsword’un açıklamasında şöyle der: “Efsaneye göre bu tuhaf biçimli kılıç bir siyah ejderin kuyruğundan yapılmıştır. Rivayet edilir ki, siyah ejderha kuyruğunu inanılmaz bir mücadele sonucunda cesur bir savaşçıya kaybetmiş ve kuyruk sonrasında efsanevi silahların doğmasına neden olmuştur”. İlk oyundaki siyah ejderha Kalameet’in kuyruğundan Obsidian Greatsword yapıyorduk, muhtemelen bu rivayetlerdeki cesur savaşçı da biz oluyoruz yani :)
Sadece bunlar da değil, her iki oyunda da mevcut olan bazı eşyalardaki açıklamaların nasıl değiştiğine bakarsanız Lordran ile Drangleic’i birbirine nasıl bağladıklarını görürsünüz. İlk oyundaki Lingering Dragoncrest Ring üzerinde “Yalnızca Vinheim Ejderha Okulunun en yetenekli büyücülerine bahşedilen çok özel bir yüzük” yazarken, ikinci oyundaki yüzükte “Drangleic’in şu an üzerinde bulunduğu topraklarda çok çok eskiden var olan bir yerde kullanılmış bir yüzük” yazıyor. İlk oyundaki Leo Ring “Gwyn’in dört şövalyesine verilmiş özel yüzüklerden biri” iken, ikinci oyundaki Old Leo Ring “Ejderha katili şövalyenin sevgili yüzüğü” olmuş.
Sanırım Souls serisini benim için bu denli keyifli, bu denli unutulmaz ve vazgeçilmez kılan şey de bizim için sağa sola bırakılmış bu ipuçlarının varlığı. Bu iki oyun da müthiş bir kurgu örneği ve eminim Dark Souls 3’te bu iç içe geçmişliği daha da sağlam biçimde devam ettirecek.