Ashes of Ariandel ve The Ringed City DLC’leri ile birlikte Dark Souls üçlememiz tamamen sonlandığına göre artık Dark Souls 3’e dalabiliriz :) Yine çok sayıda kaynağın altını üstünü getirerek derlediğim bu yazıda hikayeden girip Kor Lordları’ndan çıkacağız. Eğer sizin de Dark Souls 3 ile ilgili okumak istediğiniz, merak ettiğiniz şeyler varsa söylemeniz yeter; kalan kısımlarla ilgili son bir yazı daha hazırlamak istiyorum zaten. Ne de olsa elimizde daha bir çok boss ve benzersiz hikayelere sahip olan karakterler var.
Dark Souls Günlüklerinin ilk iki oyunu anlatan önceki bölümlerine yazının sonundaki linkleri kullanarak rahatça ulaşabilirsiniz.
Nedir Bu İlk Alevden Çektiğimiz
“Küller, köz arıyor” cümlesiyle açılıyor Dark Souls 3. Alev artık söndü sönecek, geride kalan küller kendilerini canlandıracak bir ateşin hayaliyle bekliyorlar. Bu alev daha önce hiç sönmemişti, peki şimdi neden böyle oldu? Daha önce bildiğiniz gibi seçilmiş undead’lerden biri çıkıyor, kendisini feda ederek alevi güçlendiriyor ve Ateş Çağı’nın sürekliliğini sağlıyordu. Ateş canlandığında Undead laneti bir süreliğine ortadan kayboluyor, yıllar süren huzur ortamından sonra yeniden ortaya çıkıyordu. Bu böyle sonsuza kadar devam edecek bir döngüydü ve bu döngünün bozulması Karanlık Çağ’ın başlaması ile sonuçlanacaktı. Zaten ilk oyundaki Frampt ve Kaathe’nin yapmaya çalıştığı da buydu: Biri Ateş Çağı’nın devamını istiyor, diğeri Karanlık Çağı başlatmamız için bizi baştan çıkarmaya çalışıyordu.
İşte bu sefer Kiln of the First Flame’i uzun zamandır kimselerin ziyaret etmediği bir dönemdeyiz. Alev sönmeye yüz tutmuşken karanlık baskısını hissettirmeye başlamış. Alev söndüğü anda belki de tüm umutlar yok olacak. Bildiğiniz gibi Lord Gwyn alevi güçlendiren ilk kişiydi, sonrasında ise Dark Souls 1’de bayrağı biz devralıyorduk. Bizden sonra da bu döngü asırlarca devam etti ve seçilmiş olanlar her zaman dünyayı o Karanlık Çağ’dan kurtarmak için kendilerini feda ettiler.
Ama Dark Souls 3’te gördük ki seçilmiş olanlardan biri bu görevi reddetmiş: Prince Lothric yani Lothric tahtının müstakbel veliahtı. Prens o alevlerde yanarak Ateş Çağı’nı devam ettirme ve Bir Kor Lordu olma görevini yerine getirmemiş. Çünkü Lothric kusurlu doğmuş, çelimsiz ve lanetli biri. Deforme vücudunu ayakta tutacak kadar bile gücü yok. Ama alevi güçlendirmemesinin asıl sebebi bu değil. Kendisiyle ilk tanıştığımızda bizi şu sözlerle karşılıyordu:
“Şuna da bakın, dik kafalı biri daha. Hoş geldin Yanmamış olan, kor hırsızı. Şunu bil ki Lord unvanı benim hiç ilgimi çekmiyor. Alevi güçlendirme laneti, lordların mirası, bırakalım da hiçliğe karışsınlar. Yeterince çaba gösterdin, sen de artık dinlen.”
Evet Lothric zayıf bir karakter, ama onu İlk Alevden uzak tutan şey Kor Lordu olma fikrinden nefret etmesi. Alevi güçlendirmeyi devamlılığı sağlayan bir şey değil de bir lanet olarak görüyor. Kendisinin yapmadığı işi sizin de yapmanızı istemiyor çünkü amacı bu döngüyü tamamen kırmak ve alevin söndüğünü görmek. Belki çelimsizliğini, çirkinliğini, zayıflığını bu alınyazısına bağladığı için; belki ne yapılırsa yapılsın alevi güçlendirmenin Undead lanetini sonlandırmadığını, sadece ertelediğini fark edip çabaların beyhude olduğunu fark ettiği için; belki de küçükken kafası bu yönde bilgilerle doldurulduğu için karşı çıkıyor kaderine. Ne de olsa Soul Stream büyüsünün açıklamasında şu cümlelerle karşılaşıyoruz:
“Lothric ve Büyük Arşiv henüz gencecikken Alimlerin ilkinin bulduğu büyülerden biridir. Alimlerin ilki alevi güçlendirme fikrine şüpheyle yaklaşıyordu ve Kraliyet Prensinin özel hocasıydı.”
Belki de Alimlerin ilki diye anılan kişi Kaathe’nin öğretilerinin tesiri altındaydı ve Karanlık Çağı başlatmak için, kaderinde alevi güçlendirmek olan kişiyi yoldan çıkarmak çok iyi bir fikirdi.
Peki Ama Lothric İlk Alevi Güçlendirmediyse…
Bence ilk alevi güçlendirmesi gereken kişi bunu yapmadığı için dünya aslında Karanlık Çağa girmiş. O zaman bizim burada ne işimiz var demeyin, hemen açıklayayım. Dark Souls 3’ün “End of the Fire” isimli sonunda aynı Dark Souls 1’in karanlık sonu gibi Alevin sönmesine ve Karanlığın dünyayı esir almasına izin verebiliyoruz. Ama bu esnada Firekeeper’ın şunu söylediğini duyuyoruz: “Günün birinde Karanlığın üzerinde minik Alevler dans etmeye başlayacak, aynı geçmişteki Lordların güçlendirdiği Közler gibi”. Yani Karanlık Çağ’da bile aslında Alev tamamen yok olmuyor, günün birinde tekrar ortaya çıkmak üzere Köz olarak varlığını sürdürüyor. Hatırlıyor musunuz Vendrick’in ateş olmadan, gölge de olmaz diye bir sözü vardı. Alev sönmüş olsa bile geçmişte alevi güçlendirmiş olan Kor Lordları köz halinde alevin hayata tutunmasını sağlıyor, ta ki bir gün yeniden Ateş Çağı ve döngü bir kez daha başlayana kadar.
Eğer gerçekten de düşündüğüm gibi Karanlık Çağ’da isek bunun aslında dünyanın sonu olmadığını da görüyoruz. Olan tek şey artık Undead Lanetini zayıflatacak bir şeyin kalmamış olması, lanet git gide yayılıyor ve hatta dünyada tamamen Undead’lere özel Undead Settlement gibi yerleşim yerleri bile kuruluyor. Böylece Dark Souls serisinde ilk kez farklı bir zamanda buluyoruz kendimizi; dünya kimbilir kaç senedir, belki de kaç asırdır Karanlık’ta kalmış, Undead laneti her yana yayılmış ve İlk Alev’den geriye yalnızca Firekeeper’ın söylediği gibi canlandırılmayı bekleyen bir hayal kalmış. Belki de Dark Souls tarihinde bizim oyunlarda görmediğimiz bazı dönemlerde de Karanlık Çağa girilmiş olabilir.
İşte böyle anlarda, artık alev iyice yok olmaya yüz tutmuşken son bir çağrı yapılıyor Firelink Shrine’dan; çanlar çalmaya başlıyor. Çanlar çalıyor ve Kor Lordlarını mezarlarından geri çağırıyor; geri çağırıyor ki hem Yanmamış olan biz, hem de kor lordları uyansın ve şu ateşi canlandırmak için bir şeyler yapsın adamım! Alevi güçlendirmiş sayısız Lord olsa da muhtemelen en yakın zamanda güçlendirmiş, dolayısıyla en güçlü olan 5 Lordun tahtlarına oturması gerekiyor. Çünkü artık alev o kadar sönük ki önümüze çıkanı devirip İlk Aleve kendimizi atmamız yetmeyecek. Alevi önceden güçlendirmiş olanların devreye girmesiyle tüm bu gücü üzerimizde toplayacak ve kendimize ek olarak 5 Kor Lordunun da ruhları sayesinde alevi güçlendirebileceğiz.
İyi De Lord Olmadığımız Halde Biz Neden Uyandık?
“İsimsiz, lanetlenmiş Namevt, kor olmayı bile hak edememiş. İşte böyle, küller közlerini ararlar”. Bize Yanmamış denmesinin sebebi de bu aslında. Normalde Undead’ler er ya da geç kora dönüşüyor ve bonfire’ları besliyorlar. Ama bir sebepten ötürü bizim karakterimiz buna bile uygun değil, ruhumuzda hiç alev kırıntısı kalmamış ve bu yüzden kora dönüşememişiz. Yani köz arayan küller derken İlk Aleve ek olarak bizi de kast ediyor oyun, biz de külüz ve bizi ateşleyecek bir köz arıyoruz. Zaten Hollow olamamamız da bunun bir sonucu. Bildiğiniz gibi çok uzun zamandır Undead olarak kalan insanlar yavaş yavaş hafızalarını yitiriyor ve sonunda deliriyorlardı. İlk iki oyunda öldüğümüz zaman biz de Hollow’a dönüşüyorduk. Dark Souls 3’teki karakterimiz Undead lanetine karşı bağışıklı mı? Hiç sanmıyorum. Ama belki de karakterimiz zaten parçasını kaybedebileceği bir ruha sahip değil. Ve çanlar çalmaya başladığında közümüzü bulmak üzere biz de uyanıyor ama aslında çok daha büyük bir planın parçası olduğumuzu görüyoruz. Biz Firekeeper’ın deyişiyle Küllü Olan’ız, Kül Şampiyonu’yuz. Döngüyü sonlandıracak veya yeniden başlatacak kişiyiz.
Kor Lordlarını Tanımaya Dev Yhorm İle Başlayalım
Yhorm muhtemelen bu beş Kor Lordu arasında en yaşlı olanı. Ruhundaki açıklama onun kadim bir fatihin soyundan geldiğini söylüyor ve bahsi geçen bu fatihin Dark Souls 2’deki Giant Lord olduğu düşünülüyor. Yine de 2. ve 3. oyunlar arasındaki bağın ne kadar kopuk olduğunu düşünürsek atasının Wolnir olma ihtimali oldukça yüksek. Atalarının fethettiği bu insanlar bizzat Yhorm’dan kendilerine liderlik etmesini istemişler. Görev bilinci yüksek, candan bir dev Yhorm. Korumak istediği ve en çok değer verdiği kişi ölünce kalkanını kullanmayı bırakmış ve ondan şüphe eden insanların güvenini kazanmak için onlara tek büyük zayıflığı olan Storm Ruler silahını vermiş.
“Dev Yhorm bir zamanlar bu silahlardan ikisini birden elinde tutarmış; ama birisini kendinden şüphe eden insanlara vermiş, diğerini ise Kor Lordu olarak kaderiyle yüzleşmeden önce sevdiği bir arkadaşına bırakmış.”
Yhorm aslında kendince insanlığı kurtarmak için alevi güçlendirmeyi kabul etmiş ama karşılaştığı korkunç sonuçlar yüzünden dirildiğinde tahtını terk etmiş. Bildiğimiz üzere bonfire’lar ile insanlık arasında önemli bir bağ var ve insanlık bu ateşin devamlılığı için bir yakıt görevi görüyor. Izalith Cadısı ilk alevi kopyalamaya çalıştığında Kaos Yatağı ortaya çıkmış ve dünyaya iblisler akın etmişti. Olayların gelişiminden ateşin “devlere” de ters tepki verdiğini görebiliyoruz. Profaned Flame büyüsünün açıklamasında şu satırlar yazıyor: “Dev Yhorm bir Kor Lordu olduğunda Profaned Capital alevlere yem oldu. Gökyüzünden gelen ateş, insan etini yaktı kavurdu.”
Zaten Yhorm’u içinde bulduğumuz oda da yanık insan cesetleriyle dolu. Yalnız Profaned Capital’ın yanarak yok olmasına neden olan alevin, Profaned Capital’de yaşayan ve bir kahinin akrabaları olan kadınlara lanet olarak gönderildiğine dair işaretlerin de bulunması biraz kafa karıştırıcı. Belki de Yhorn boş yere ülkesini ve halkını kendisinin yok ettiğini düşünmüş, boş yere ateşin ihanetine uğradığını düşünerek kendini suçlamış olabilir.
Yhorm ile ilgili en ilginç bilgi ise Siegward of Catarina ile olan arkadaşlığı. Yhorm kendisini ateşe feda etmeden önce Storm Ruler silahını Siegward’a veriyor ve olur da hayata geri dönersem bununla ızdırabımı sonlandır diyor. Zaten Siegward’un görev zincirini yaptığımızda bize ‘eski bir dostun son arzusunu yerine getirmeliyim” diyordu. Kaç yaşında ki yav bu Siegward?
Tanrıları Yiyen Bir Ucube: Aldrich
Aldrich eskiden tek sıradışı alışkanlığı insan etine karşı duyduğu dindirilemez açlık olan normal bir rahipmiş :) İnsan eti yiye yiye inanılmaz bir güce ulaşmış, bir ucubeye dönüşüp Kor Lordu haline gelmiş. Aldrich sönükleşen İlk Alevi düşünmeye başladığında geleceğe dair vizyonlar da görmeye başlamış. Buna göre Ateş Çağından sonra dünyanın devasa bir okyanusla kaplanacağı bir çağ başlayacakmış; insanlardan geri kalan posalar bu okyanusun dibine batacak ve dünya için çapa görevi görecekmiş. Bu yüzden Derinler Kilisesini kurmuş ve bu Kilise sayesinde Aldrich kurban edecek daha da fazla insana sahip olmuş. Aldrich’in vizyonları diğer Tanrılarla çelişmiş çünkü Alevi güçlendirerek döngüyü devam ettirmek yerine karanlığı arzular hale gelmiş.
Derinler bir zamanlar huzurlu ve kutsal bir yer olsa da, sonradan birbirinden tuhaf yaratıkların mezarı haline gelmiş. Aldrich bir yandan Derinlerden gelen yaratıkları zapt etmeye çalışırken, diğer yandan insanların Derinler’in güçlerine erişememesi için çaba göstermiş.
Bu bilgilerin kaynağı olan Aldrich’in ruhunda ilgi çekici bir cümle var. “Bu yolun meşakkatli olduğunu biliyordu, ama korkusu yoktu. Bunun için bizzat tanrıları yiyecekti.”
İşte Aldrich’i asıl yoldan çıkaran da bu oldu. Zaten Derinler Katedrali’ni terk edip Boreal Valley’e gitmesinin sebebi de buydu, çünkü Tanrıların evi oradaydı. Pontiff Sulyvahn’ın ruhunun açıklamasını okuduğumuzda bir diğer rahatsız edici gerçekle karşılaşıyorduk. “Irithyll’li Pontiff Sulyvahn eski kraliyet ailesinden bir tanrıyı terk edilmiş katedralde esir etmişti ve yiyiciyi onunla beslemeyi bekliyordu”. Pontiff, Aldrich için çalışıyordu evet, ama esir ettiği tanrı kimdi?
Maalesef bu isim Gwyn’in oğlu Gwyndolin’di. Bunu Aldrich ile savaşırken o pis jölemsi topağın bir yandan yemekte olduğu vücuttan anlayabiliyorduk zaten. Aldrich’in ruhunu kullanarak yaratabildiğimiz Darkmoon Longbow’un açıklamasında yazan “Aldrich tarafından sindire sindire yenilen Darkmoon Gwyndolin’in Uzun Yayı” cümlesi ile aklımızdaki şüphe kırıntılarını da ortadan kaldırıyordu.
Artorias’ın Mirasını Sürdüren Boşluk Bekçileri
Şövalye Artorias öldükten sonra cesedinden geriye kalanlar bir grup savaşçı tarafından bulunmuş ve Artorias’ın kanını içen bu savaşçılar Undead Legion’ı kurmuşlar. Her ne kadar oyunda Artorias’ın ismi geçmese ve onun yerine “Wolf Blood Master” ismini görsek de bağlantıyı kuracak kadar Dark Souls 1 oynadık, değil mi? :) Bir kere Artorias’ın Sif isminde dev bir kurdu vardı ve kendisi Kurt Şövalyesi olarak bilinirdi. Oyunda bulduğumuz Wolf Ring’in üzerinde de “İlk Lord olan Lord Gwyn’in dört şövalyesinden biri olan Artorias’a adanmıştır” ibaresi bulunuyordu.
Bu Lejyon temelde kendini Artorias’ın yapmak için ant içtiği görevi yerine getirmeye adamış; Boşluk’un (Abyss) düşmanları olarak oradan gelen yaratıkları geri püskürtmek, hatta boşluğun tesiri altına giren krallıkları toptan yok etmek. Hikayeler hep Artorias the Abysswalker’ın Boşluk’a karşı gelerek Oolacile şehrini kurtardığını yazsa da aslında boşluk Artorias’ı tüketmişti ve şehri ve Prensesi kurtaran Chosen Undead olarak bizdik. Ama mantar Elizabeth bize bu konuda bir söz vermişti, ismimizi anmayacak, bu hikayeyi kendine saklayacaktı. İşte bu yüzden efsaneler bu başarıyı Artorias’a atfetmişler.
Boşluk Bekçileri’nin yalnızca kanları ortak değil, tek bir ruhu da ortak olarak paylaşıyorlar ve bu ruh vücuttan vücuda geçiyor. Onlara ve neden sürekli birbirleriyle savaştıklarına dair pek çok teori var, ama en akla yatanı Bekçilerin Boşluk tarafından lekelenmiş olmaları. Wolf Knight Armor’un açıklamasındaki şu satırlar çok önemli: “Boşluğun karanlığınca lekelenmiş bir şövalyenin zırhı. Ondan geriye yalnızca kurdun kanı ve görev mirası kalmıştı. Meşalesini taşımak üzere Farron’un Namevt Lejyonu kuruldu ve Boşluk Bekçilerinin zırhı da nihai sonlarının kanıtı oldu”. Eğer Undead Legion Armor bulursanız giydiğinizde göreceğiniz ilk şey pelerinin alt kısmının Boşlukça yutulmuş olması olacak. Evet maalesef onlar da Artorias gibi Boşluğa karşı yenik düşmüşler. Bekçiler bir yandan kendileri lekelenmiş, diğer yandan lekelenen herkesi yok etmeye ant içmiş olduklarından sonsuz bir döngü içinde kapana kısılmışlar. Ortak ruhları yüzünden biri öldüğünde ruh bir diğerine geçiyor ve diriltiyor ve sonsuza dek bu şekilde savaşıp duruyorlar. Son Bekçiyi de öldürdüğümüz zaman ruhu biz almış oluyoruz ve bu döngüyü kırıyoruz.
Courland’lı Ludleth
Nasıl yani? Bir Kor Lordu, ama zaten tahtında oturuyor. Kendisi Kor Lordları arasında en tuhaf olanı. Bir kere karşımıza boss diye çıksa bile korkmazdık, çünkü kendisi son derece zayıf ve kırılgan bir yapıya sahip. Ayrıca daha en baştan beri bize karşı düşman değil, aksine yolculuğumuzda elinden geldiğince bize yardım etmeye çalışıyor ve özellikle de içinde bulunduğumuz dünya ve olaylar hakkında son derece faydalı bilgiler veriyor.
Ludleth’in bir Lord olduğu belli. Zaten artık oyunun sonlarına doğru bize şunları söylüyordu: “Ahh, tanıştığımıza memnun oldum. Her şey planlandığı gibi gitti, öyle değil mi? Beş taht için beş lord… Ben, Lordların en sonuncusu, ufak bir lordum, bu onura layık değilim.” Peki ama kendisi gerçekten bir Kor Lordu mu? Bu gerçekten de cevabını kesin olarak bilemediğimiz bir soru olsa da kendimizce cevabı arayalım hemen. Sonuçta tüm tahtlar üzerlerine oturacak Lordlara uygun tasarlanmış olduğu halde Ludleth tahtında cüce gibi kalıyor. Onu öldürdüğümüz zaman ruh kazanmıyoruz, yalnızca bir Skull Ring bırakıyor geriye. Ve bu Skull Ring üzerinde şu satırlar yazıyor: “Courland’ın transpoz harikalarından birisi. Bir Ruhbesleyici’nin ruhundan elden edilmiştir. Ruhbesleyici kendi gücünü arttırmak için doymak bilmeden ruh yiyen bir canavardı. Lanetli cesedi yakıldıktan sonra bile çürümüş ruhların kokusunun havayı sonsuza dek lekelediği söylenir.” Bir yandan da Ludleth onunla ilk karşılaşmamızda kendisinin bir Kor Lordu olduğunu, ateşi güçlendirirken böyle yandığını söylüyor. Acaba bu Ruhbesleyici dediğimiz yaratık Ludleth’in ta kendisi mi? Bilemiyoruz.
Ludleth zamanında Courland topraklarından sürülmüş, tahtında Sürgün yazmasının sebebi de bu. Peki ama ateşi güçlendiren ve belki de dünyasını kurtaran bir Lord neden kendisini bu durumda bulmuş? Bu da aslında onun eğer gerçekten bir Kor Lorduysa bunu sürgün sonrası gerçekleştirmiş olduğu ihtimalini güçlendiriyor. Ludleth Courland’dan sürüldükten sonra kendisini Firelink Shrine’da bulmuş ve o dönem Shrine’da bulunan Fire Keeper kendisine dünyanın sonunu göstermiş. Gördüğü şeylerin gerçekleşmesini engellemeye karar veren Ludleth ateşi güçlendirmiş ve Ateş Çağını uzatmış. Tüm bu sonuca Fire Keeper’ın gözlerini bulursak ulaşabiliyoruz çünkü Ludleth gözler hakkında bize şunları söylüyor:
“Onu buldun, değil mi? Titrek titrek parlayan o kara gözleri? Olanları daha dün gibi hatırlıyorum. Onu kurtarmak için elimizden geleni yapmıştık. O zamandan beri çok fazla şey oldu. Belki de seni uyarmalıyım… Bu gözlerdeki soluk ışığın kör FireKeeper’a gösterecekleri hakkında. İhanet sahneleri, görmemiş olması gereken şeyler.. bu çağın bitişine dair öngörüler…”
“Bu gözler ateşe mahrum kalmış bir dünyayı gösterdi, sonsuz karanlığa bürünmüş çıplak toprakları. İhanetten doğan bir dünyayı. Ben de ateşi güçlendirmek, yeni bir gelecek yaratmak için Lord olmaya gönüllü oldum. Peki ya senin niyetin nedir?”
Tüm Kor Lordlarını tahtlarına oturtup Fire Keeper ile konuştuğumuzda hepsinin güçlerini bizim bünyemizde topluyor. Ve işte o sırada Ludleth de yanıp kül oluyor gözlerimizin önünde, o karanlık vizyonun gerçekleşmesine bir kez daha engel olmak için son bir fedakarlık daha yapıyor.
Son söz
Evet böylece bu yeni bölümümüzün de sonuna geldik. Ben yazarken çok keyif aldım, umarım siz de okurken benzer bir keyif yaşamışsınızdır. Aşağıdaki linklerden yazı dizimizin önceki bölümlerine de rahatça ulaşabileceğinizi hatırlatayım.
Bölüm 1: Dark Souls’a giriş, Sinsi bir cüce, Manus, Artorias adında bir şövalye, Dört büyük ruh
Bölüm 2: Kendini yakan bir tanrı, Pulsuz bir ejderha ve Tarih öncesinden gelen iki yılan
Bölüm 3: Dark Souls 2’ye giriş, Emerald Herald’ın hikayesi, Lord Aldia’nın başarısız deneyi, Saf kral Vendrick, Kraliçenin gizli planları
Bölüm 4: Drangleic ile Lordran arasındaki derin ilişki
Bölüm 5: Solaire’den Siegmeyer’a Souls serisinin unutulmaz karakterleri
Seneler sonra okusam bile keyif aldığım son derece iyi bir kaynak. Eline sağlık. Tekrar okuyup unuttuklarımı hatırladım. Şimdi bir D1-D2-D3 yapayım :)