Dark Souls Serisinden Zorluklarıyla Ünlü 10 Boss

You died

Biliyorsunuz artık oyuncuları Dark Souls oynamış ve oynamamış diye ikiye ayırmak mümkün. Ama bence Dark Souls oynayanları da benzer biçimde iki gruba ayırmak gerek. İlk grupta bu seriyi hakkını vererek bitiren, oyunun zorluk seviyesini kabullenmiş ve bunu küçümseyi aklına bile getirmeyen, oyunların hikayesine, boss tasarımlarına ve atmosferine hayran olan bir kitle var. İkinci grupta ise birkaç kere takıldığı bossu hemen yanına bir iki adam çağırarak öldüren, sonrasındaysa 'Dark Souls mu zor, o boss'ları ben kahvaltıda yiyorum yieaa' diye küçümseyenler bulunuyor. Sanırım bu yazının ikinci gruba pek hitap etmediğini anlamışsınızdır.

Dark Souls serisinde gerçekten de birbirinden inanılmaz boss'lar bulunuyor, ben de sizlere bunlardan özellikle de zorluk seviyeleriyle ön plana çıkan 10 tanesini listelemek istedim. Bunu yaparken de bu boss'larla ilk kez, haklarında hiçbir şey bilmeden karşılaştığımızda neler hissettiğimizi hatırlamaya çalıştım. Elbette oyundaki her boss yanınıza işi bilen, boss'u farmlayan birilerini çağırdığınızda zor olmaktan çıkabiliyor ama siz bu yazıyı okurken bu boss'ların karşısında tek başımıza olduğumuzu da göz önünde bulundurun. Sizin hangi boss'ları zor bulduğunuza dair yorumlarınızı da bekliyorum, kim bilir sizler de ne maceralar yaşamışsınızdır.

Liste öncesi seri hakkında hafızanızı tazelemek için 6 bölümden oluşan Dark Souls Günlükleri yazı dizimizi de okuyabilirsiniz.

Hazır mıyız gençler? O zaman, git gud.

10 - Dancer of the Boreal Valley

Yanlışlıkla da olsa Dancer of the Boreal Valley'in odasına girdiğiniz anda ilk fark ettiğimiz şey içinde dövüşeceğimiz odanın gayet küçük olduğuydu. Ha elbette bu küçüklüğü Capra Demon ile kıyaslamıyorum, o ufacık alanı düşündükçe hala daha içim daralıyor. Yine de Dancer'ın müthiş hızını ve inanılmaz bir zerafetle hareket edişini düşündüğümüzde o oda sanki daha da küçülmüş gibi hissettiriyordu işte. Saldırıları son derece hızlıydı, özellikle de eğer sizi eliyle kapmayı başarırsa ya ölüyor, ya da canınızın geriye kalan o son damlasıyla nereye kaçacağınızı şaşırıyordunuz. Zaten kendisinin Gywnevere'in kızlarından biri olduğu söyleniyor, Pontiff Sulyvahn tarafından dansçı olmaya zorlanan bu hatunun hareketlerindeki asaletin sebebi bu olabilir.

İkinci aşamaya geçtiğinizde alev kılıcına ek olarak bir de kül kılıcı kullanmaya başlıyor ve iyice agresifleşiyordu Dancer. Hem saldırılarınızı, hem de kaçışlarınızı çok iyi zamanlamanız gerekiyordu. Adından da anlayacağınız üzere bu dövüşte başarılı olmanın sırrı dansına ayak uydurmaktı. Dancer of the Boreal Valley sadece zor değil, aynı derecede estetik bir dövüştü.

9 - Knight Artorias

Knight Artorias, nam-ı diğer Artorias the Abysswalker, Dark Souls'a Artorias of the Abyss DLC'si ile katılmıştı ve şanını sıkça duyduğumuz bu şövalye ile nihayet Oolacile Township'teki arenada karşı karşıya gelmiştik.

Artorias anlatılanlara göre Greatsword'unu eşsiz bir ustalıkla kullanan saygıdeğer bir şövalyeydi ve Lord Gwyn'in Dört Şövalyesinden biriydi. Oolacile Prensesini Abyss'ten kurtarmak isterken Abyss'in kurbanı olmuş ve yol arkadaşı Büyük Gri Kurt Sif'i kurtarmak için kendini feda etmişti. Karanlık tarafından yutulan Artorias yalnızca serinin en iyi ve en unutulmaz dövüşlerinden biri olmakla kalmıyor, aynı zamanda bize en zor olanlardan birini yaşatıyordu.

Son derece hızlı hareket eden Artorias'tan uzak durmaya çalıştığımızda kendini iyileştiriyor, sonra da büyük bir hızla üzerimize dalıyordu. Bir sonraki hamlesinde ne yapacağını kestirmek güçtü, menzili oldukça yüksekti. Ayrıca sağlığının bir kısmını kaybettiğinde Wrath of the Abyss yeteneği sayesinde karanlığı etrafına topluyor ve gücünü toplamasını engelleyemediğiniz taktirde bir AoE hasarı eşliğinde dövüşe daha da güçlenmiş halde devam ediyordu.

Bu dövüşte başarılı olmak için gereken dikkat ve hızı düşününce neden unutulmaz olduğunu bir kez daha anlıyor insan.

8 - Darklurker

Darklurker yenmesi son derece zor bir boss, ama kendisine erişmek de bir o kadar dertli. Öyle ki Dark Souls 2 oyuncularının yaklaşık %80'i böyle bir boss'un varlığından bile haberdar değil. Pilgrims of the Dark'a katılmak için öncelikle Darkdiver Grandahl ile üç ayrı mekanda konuşmak gerekiyordu. Ardından Human Effigy harcayarak üç ayrı mekandaki Abyss zindanlarını temizliyor, ancak buralardaki ışıkları yaktıktan sonra Dark Chasms of Old'a erişim kazanıyorduk.

Darklurker da isminden anlaşılmasa da ikiye karşı tek olduğunuz bir dövüş. Hızlı soul saldırılarından nasıl kaçacağınızı öğrenip sonunda yavaş yavaş kendisine zarar vermeye başladığınızda "oldu bu iş" diye düşünüyorsunuz. Sağlığı yarıya yakına indiğinde ise Darklurker kanatlarını kapatıyor ve ikiye ayrılıyor. Aynı yeteneklere sahip iki bossla birden dövüşmeye başlıyorsunuz, birine kilitlenmişken diğerinin büyüsü sırtınızdan vuruyor, biri görünmez olmuşken diğeri ışınlanıyor. Tam bir kaos yani. Elbette bu boss'un da zayıf olduğu element var, uygun silahınız ve ekipmanınız varsa çok zorlanmamış bile olabilirsiniz ama kendisine ulaşmak için gereken süreç ve saldırı mekaniklerini birlikte düşününce bu bossun zorluğunu farklı bir yere koymak mümkün.

7 - Soul of Cinder

Dark Souls 3'ün sonunda karşılaştığımız Soul of Cinder için zor olduğu kadar eğlenceli demek istiyorum. İlk Kor Lordu olan Lord Gwyn'den beri pek çok lord kendisini aleve kurban vermişti ve şimdi alevin koruyucusu olarak tüm bu ruhların vücut bulmuş hali serinin son boss'u olarak karşımızdaydı. Kiln of the First Flame'i koruyan bu boss daha ilk aşamada bile dört farklı hareket seti ile bizi sürekli olarak şaşırtıyordu ama asıl dövüş ikinci aşamaya geçtiğinde başlıyordu.

İkinci aşamaya geçişi düşündüğümde bile tüylerim diken diken oluyor. Benim ilk oyuna duyduğum sevgiyi biliyorsunuz, Dark Souls 3'te ilk oyuna yapılan atıfları yakaladıkça keyfime keyif katılmıştı. İşte bu dövüşte ikinci aşamaya geçtiğimiz anda arka planda çalmaya başlayan müzik ve aslında karşımızda kimin olduğunu anladığımız o an bence her şeye değer. Bu tanıdık boss Ultra Greatsword'u ve Sunlight Spear saldırıları ile adeta size nefes aldırmamaya yemin ediyordu. Yine de hamlelerini önceden tahmin edebildiğimiz için öyle aşırı bir zorluğu olduğunu söyleyemeyeceğim ama yine de sakın işinizin kolay olacağını da sanmayın.

6 - Slave Knight Gael

Dark Souls serisinin kapanışını yapan The Ringed City bir genişleme paketinden beklediğimiz her şeye sahipti ve bize serinin cidden en zor boss'larından ikisini sunuyordu. Slave Knight Gael açıkçası beklediğimden çok daha iyi bir dövüştü; Gael'i yenmek için üç aşamadan geçmek gerekiyordu ve dövüş ilerledikçe Gael de gitgide güçleniyor, hareketlerini karşılamak ve kaçmak iyice zorlaşıyordu.

İlk aşamada yalnızca Greatsword'unu kullanan Gael, ikinci aşamaya geçtiğinde Dark büyüsünü de kullanmaya başlıyor, bir anda görünmez olup dibinizde bitebiliyor, uzaktan arbaletle ok yağmuruna tutup üzerinize diskler fırlatabiliyordu. İlk aşamadaki vuruşlarının zayıf olduğunu düşünüyorsanız bu aşamada ölümcül hale gelmeye başladıklarını söylemem lazım. Ama asıl film üçüncü aşamada kopuyordu. Tüm oyundaki en zor aşamalarından biri olan bu anda Gael'e ek olarak arenanın çeşitli yerlerine yıldırımlar da düşüyordu. Bu aşama Gael'in tüm gücüyle sizi öldürmeye çalıştığı ve nefes aldırmadığı bir aşamaydı, ama son darbeyi vurduğunuzda seriyi tamamen bitirmiş olduğunuz gerçeği de hüzünlü biçimde yüzünüze çarpıyordu.


 

5 - Lothric & Lorian

Özellikle de yüksek NG seviyelerinde bu ikiz prensleri Nameless King haricindeki diğer bosslardan daha zor bulduğumu söylemek zorundayım. Lothric Kalesinin tepesinde karşılaştığımız bu prenslerden Lothric alevlerde yanarak Ateş Çağı'nı devam ettirme görevini yerine getirmemiş, çünkü Kor Lordu olma fikrinden nefret ediyor ve bunu bir lanet olarak görüyor. Ama bu yüzden kardeşiyle birlikte lanetleniyorlar ve ayrılamaz hale geliyorlar.

İkilinin iyileşme yetenekleri, ışınlanmaları ve seri saldırıları benim diyen oyuncuya bile kök söktürebilecek zorlukta bir dövüş olarak karşımıza çıkıyor. Bu iki aşamalı dövüşte ilk olarak Lorian'a karşı mücadele ediyor ve bizi tek vuruşta öldürebilen ışınına hedef olmamaya çalışıyoruz. İkinci aşamada ise devreye Lothric de giriyor ve ortada tam anlamıyla can pazarı yaşanıyor. From Software, Smough ve Ornstein'in başarısından sonra çeşitli defalar bu ikili boss mantığını denedi ve bence İkiz Prensler bunlar arasında en başarılı olanlardan biri.

4 - Darkeater Midir

Bence Ringed City DLC'sinin asıl boss'u budur. Tamam Slave Knight Gael de kolay bir dövüş sayılmaz ama ikisini yan yana koyduğumuzda Midir adamı canlı canlı yer diyorum, Gael Mael tanımaz yani. Darkeater Midir ile ilk önce normal biçimde karşılaşıyorduk. Tabi kafamızın üzerinden geçerken alevlerine kurban olduğumuz seferleri saymıyorum, bu ilk karşılaşmada da kayanın arkasında çok fazla saklanırsak alev kusan nefesiyle ayrıca tanışıyorduk. Buradaki galibiyetimiz aslında hiçbir şeydi, çünkü Midir aslında inine düşüyordu.

Archdragonların soyundan gelen ve bizzat Tanrıların elinde büyümüş olan Darkeater Midir'e ulaşmak kolay değildi. Gizli bir geçit sayesinde kendisine ulaştığımızda ise Dark Souls 3'ün en fazla sağlığa sahip olan boss'unun karşısında buluyorduk kendimizi. Üstelik normal hasar aldığı tek yeri kafasıydı, başka taraflarına vurmak kayaya vurmaktan farksızdı. Buna bir de son derece güçlü saldırılarını, devasa boyutu yüzünden kameranın pek işbirliğine yanaşmadığı anları ve dövüş ilerledikçe Abyss'in gücünü kullanarak kazandığı yeni yetenekleri eklediğimizde belki de DLC'de öldürmeyip pes edebileceğiniz tek boss bu olabilir diyorum.

3 - Fume Knight

Aslında Dark Souls 2 tam bir Şövalye cennetiydi ama aralarında biri vardı ki yanında diğerlerinin esamesi okunmaz: Crown of the Old Iron King DLC'sinin son bossu olan Fume Knight. Hatta öyle ki, bu DLC yayınlandığında herkesin ortak görüşü Dark Souls 2'nin en zor bossuyla karşı karşıya kaldıkları şeklindeydi. Sis kapısından içeri girmeden önce arenanın dışındaki heykelleri kırmayı akıl edemezseniz zaten imkansız bir boss ile karşılaşıyordunuz, çünkü olur da kendisini öldürecek kadar yaralamayı başarırsanız bu Ashen Idol heykelleri kendisini iyileştiriyordu.

Heykeller olmadan da zorluğu farklı değildi Fume Knight'ın. Dövüşün ilk aşaması zaten yeterince zor, oldukça sert vuran bir boss. Bu aşamada Long Sword ve Ultra Greatsword kullanarak bize ecel terleri döktüren Fume Knight'ın sağlığını yarıya indirdiğimizde Greatsword'unu karanlık büyüsüyle kaplıyor, arenanın çevresinde karanlık orblar oluşturabiliyor ve bu yeni yetenekleri sayesinde de zaten savuşturması zor olan saldırılarını bloklamanızın da önüne geçiyordu (hem ateş, hem karanlığa direnç göstermek zor iş). En ufak zamanlama hatasının ölümle eş anlamlı olduğu bu dövüş bence sonunda en büyük başarı hissini yaşatan dövüşlerin başında geliyor.

2 - Nameless King

Dark Souls 3'ün beni en çok heyecanlandıran kısmı Archdragon Peak'teki çanı çalıp karşımda Nameless King'i gördüğüm andı. Dark Souls lore'una ne büyük ilgi duyduğumu tarihçe yazılarımdan biliyorsunuz. Daha ilk oyunda bahsi geçen Gwyn'in adı bilinmeyen ilk oğluyla karşılaşmak ve bir gizemin çözülüğüne tanık olmak harika bir duyguydu. Ama bundan da iyisi, Nameless King'in adına yakışır zorluğuydu. Düşüncem hala daha değişmedi, iki DLC'nin ardından bile Nameless King'in Dark Souls 3'teki en zor boss olduğunu düşünüyorum.

Kendisiyle kapışmamızın ilk aşamasında bir ejderhanın üzerinde olduğu için aslında en büyük düşmanımız kamera açılarıydı desem yalan olmaz. Ejderhayı indirdikten sonra ise Nameless King'in asıl halini görüyorduk, öfkeden deliye dönmüş halini. Çok hızlı bir boss olmasa da vuruşlarının gücü aşırı kuvvetliydi, en ufak hatanızı affetmiyor, hatta tek hamlede işinizi bitirebiliyordu. Yıldırım saldırılarını saymıyorum bile. Kendisini Sunlight Medal toplamak için kullandığımdan bu dövüşü o kadar çok tekrarladım ki artık her hamlesini ezbere biliyorum, ama her seferinde de sunduğu zorluktan aynı derecede keyif aldığımı söylemek zorundayım.

1 - Ornstein & Smough

Dragonslayer Ornstein ve Executioner Smough sanırım bu serinin en çok bilinen, en ikonik bosslarından biri, daha doğrusu ikisi. Elbette şimdi bu ikilinin zorluk bakımından listede adı geçen bazı diğer bosslardan daha kolay olduğunu düşünüyor olabilirsiniz ama bu ikiliyi sona saklamamın nedenini açıklayayım.

Seriyi baştan beri oynuyorsanız zaten aslında boss mantığına alışmış oluyorsunuz. Dolayısıyla Dark Souls 2 veya Dark Souls 3'teki bosslar her ne kadar mekanik olarak yine çok zorlayıcı olsa da tekniği bildiğiniz için çözmeniz daha kolay oluyor. Ha tabi iş uygulamaya gelince aynı kolaylık olmuyor, o ayrı. Ama şimdi bugüne kadar edindiğiniz tecrübeleri bir kenara bırakın, ilk kez Dark Souls oynadığınızı düşünün. O sis kapısından geçiyor ve karşınızda Ornstein ve Smough'u buluyorsunuz: Karşılaştığımız ilk gerçek zor boss. Bu ikiliyle karşılaşınca ne olduğumuzu şaşırmıştık, buraya ulaşan tüm yeni oyuncuları anında yerin dibine gömüyorlardı çünkü.

Karşılaştığımız ilk gerçek 2'ye karşı 1 dövüş buydu (Bell Gargoyles'u saymıyorum çünkü sonuçta birbirlerinden farklı yeteneklere sahip değildiler). Ornstein hızlı ve çevik, Smough ise yavaş ama vurdu mu oturtan cinstendi. Bu ikiliyi çözmek yalnızca yetenek değil, sabır da gerektiriyordu. Bu dövüşün en unutulmaz yanı ise birisini öldürüp de işinizi kolaylaştırdığını düşündüğünüz anda diğerinin ölen dostunun güçlerini absorbe edişiydi. Bir anlık dikkat dağınıklığı sizi geldiğiniz bonfire'a geri postalayıverirdi. Benim için daima bir numara olacak dövüş bu işte.

YORUMLAR
Parolamı Unuttum