Bu yazı daha önce Oyungezer dergisinde yayınlanmıştır.
Varoluşa dair son dönemlerde beni en çok düşündüren yapım The Swapper olmuştu. Kendi klonlarınızı yarattığınız, senkronize hareket ettiğiniz ve terk edilmiş bir istasyonda bulmaca çözdüğümüz oyunun bu bahsettiğim özelliklerinden etkilenmemiştim. Beni sarsan şey, bedenden bedene kontrolümüzü geçirirken yüksekten düşen artık vücutların yere çarparken çıkardıkları o sesti. Bir noktadan sonra o kadar fazla vücut değiştirmiştim ki, başlangıçta var olduğum canlı ile sonuna geldiğimde yürüdüğüm beden arasında bir bağ kuramaz olmuştum.
Bilinmezliğin ortasında sorgulanmak. En sevdiğim!
İşte bu sorgulamanın ikinci fazını The Fall ile yaşıyorum. Çünkü bu sefer de bir zırhın yapay zekâsını, ARID’i kontrol ediyoruz ve sağlık değerleri okunamayan pilotumuzu bir şekilde kurtarmak zorundayız. ARID’in varoluşunda üç temel var: Gerçeği saptırmamalı, her zaman itaatkâr olmalı ve pilotunu hep korumalı. Bu üç prensip üstüne kurulu bir yaşamı var ve karşılaştığı bu başlangıcı belirsiz durum, prensiplerini bir bir sarsıp ARID’in macerasını sunuyor bizlere.
Arada Check-up yaptırmak lazım işte.
Özünde bir yapay zekâ olmasına, kendisine ait bir “tür”e sahip olmasına rağmen ARID’in işlem modülü soru işaretleriyle dolu. İçerideki pilotun adını öğrendiğinizde, oyunun yarısını çoktan geçmiş oluyorsunuz ama önemli değil. Çünkü ARID o kadar dört elle sarılıyor ki savunmak istediği canlıya, sanki bunu bir saplantıyla yapıyor. Nadiren karşılaştığı diğer varlıklar ise ARID’in bu saplantısını sorguluyor. Aslında ağır bir Bioshock havası soluyorsunuz oyunun büyük kısmında. Atlas ve Andrew Ryan’ın çekişmesini yansıtan iki karakter var ama farklı bir oktavdan sunuyorlar bunu. O nedenle tam olarak kopyala-yapıştır bir ikili olmayacak karşınızdaki.
Oyunda bir noktadan sonraki yoldaşınız.
Diğer yandan oyundaki her türlü seslendirme harikulade olmuş. Zaten The Swapper’ı bir nebze andıran grafik dili ve temel platform öğeleri de olmasa The Fall’un elinde sizi etkilemek için kullanabileceği fazlaca bir kozu yok. O nedenle ARID’in robotik ama kulağı okşayan konuşma tınısı ve diğer karakterlerin ses rengi ortalama bir oyundakinden daha önemli, daha kıymetli hale gelmiş bu oyunda.
Terk edilmişlik hissi dibe indikçe ağırlaşıyor.
Ama The Fall’un bu artılarına rağmen sıkıcı sayılabilecek bir dövüş sistemi, bir de fenerle etrafta etkileşime girilebilir yerleri çözme kısmı var. İkisi de ritmi biraz yavaşlatıyor, tadınızı kaçırıyor ama özellikle ilki oyuna dengeli dağıtıldığı için bunaltmıyor. Fener mevzusuna ise, aceleyle geçtiğiniz bir yerdeki kırık kavanoz şişesini kaçırıp 1 saat ne yapacağınızı düşünürken lanet etmenin dışında alışıyorsunuz işte. O kapalı, terk edilmiş üssün ruhunu, parlayıp sönen disko ışıklarıyla yansıtamazlardı zaten.
Bir de buraları sular altındayken görün.
Başından sonuna dek bulmacalarda düşünmek dışında ara vermeden oynamak isteyeceğiniz, yaklaşık dört saatte bitebilecek bir oyun The Fall. Ama o kadar konsantre, o kadar keyifli, soruları o kadar yerinde ki acilen çevrenizdekilere oynatmak, sonra da konuşmak isteyeceksiniz.
NOT
7+
KÜNYE
OYUN İSMİThe Fall (PC)
Tür: Platform / Bulmaca
Yapım: Over the Moon
Dağıtım: Over the Moon
Kutulu Fiyatı: -
Dijital İndirme: 10$ (Steam)
Yaş Sınırı: 3
Bulunduğu Platformlar: PC
Ne İyi?
-Görsel dili
-Her zaman bu kadar afallatıcı hikâye bulamıyoruz
-Seslendirmeler
Ne Kötü?
-Müzikler biraz sıkıyor
-Kimi bulmacalar yorucu
-Fener mekaniği fazla kaçmış















