Bence muhteşem ve asil yaratıklar olan örümceklerle normal hayatta hiçbir derdim yok. Çok iri ve kıllı olmadıkça korkmam ve asla öldürmem, kim bilir kaç tanesini tutup balkona bırakmışımdır. Bu dünya üzerinde yaşama hakkı bir tek insanoğluna verilmiş değil ya...
Lakin, oyunlardaki örümcekler ayrı bir konu. Bu yaratıkların boyunun dizime gelmesi ve iğrenç sürtünme sesleriyle beni paralize edebiliyorlar. Bu özelliğimi ilk Duke Nukem 3D'de keşfetmiştim (yoksa Blood mıydı? Yaşlılık işte, karışıyor hatlar bir süre sonra :), bölüm sonu canavarı olarak siyah, kocaman bir örümcek vardı, arenanın bir ucundan zıplayıp tam ekranın önüne konduğunda resmen donup kalmıştım :) Güzel günlerdi.
Gel zaman git zaman bu arkadaşlara da alıştım. Skyrim'deki örümceklere bile "Fresshhh Meeaat!" nidalarıyla dalıyordum. Devasa araknid arkadaşlarla aramı yaptığımı düşünüyordum.
Taa ki Metro Last Light'taki o yan koridora dalana kadar.
Oyunu Hardcore Ranger Mode'da oynadığım için ne kadar mermim var göremeden daldığım bir yan koridorda Spiderbug denilen akrep-örümcek karışımı yaratıkların yuvası vardı. Bu yan koridorlar oyunun çizgiselliğini bozmak için eklenmiş, çok da iyi olmuş. Hepsinde dişe dokunur bir loot olmuyor, ama girip kurcalamak hoşuma gidiyor. Yanlız şöyle bir şey var ki, yaratıklar Ranger Hardcore modunda yaratıklar canınıza okuyor ve öldüğünüzde bir önceki Checkpoint'ten başlıyorsunuz (Save yok).Yani, bir miktar oynanış kaybetmeniz korkusuyla, ölmemeye çalışıyorsunuz. Üstüne bu yaratıkların hareketlerindeki iğretilik, ışıktan zarar gördüklerinden arkanıza dolanmaya çalışmaları ve öldürdükçe yenisinin gelmesi ve bitecek gibi gözükmemeleri de eklenince, uzun süredir bir oyunda yaşadığım en gergin 10 dakikayı yaşadım.
İşte o anlar: