Alevler... Ebedi bir koruyucu gibi yükselen Yotei dağının karşısındaki mütevazı evimizde, ailem gözlerimin önünde katledilirken hatırladığım, alevlerin turuncudan kırmızıya çalan dansı ve yoğun dumanın nefesimi kesen kokusu.. Bir de Yotei altılısının o lanet maskeleri... 16 yıl geçti. Unutmamak için her fırsatta ateş yaktım, dumanı soludum. Annemin, babamın, ikiz kardeşimin yüzleri silikleşti; ama o maskeleri, o kokuyu, o turuncuyu mıh gibi tuttum hafızamda, yeniledim. Unutmamak için. İntikamın ateşiyle kavruldu benliğim, öldüm... Onryo oldum. Şimdi, korkma sırası sizde. Onryo uykularınızı ziyaret ettiğinde, en korkunç kabuslarınızı arar hale geleceksiniz.
Ghost of Yotei, aynı öncülü Ghost of Tsushima (bundan sonra GoT olarak anılacak) gibi bir intikam hikâyesi. 1603 yılında, Japonya’nın en kuzeyinde, o zamanlar Ezo olarak geçen, günümüzde Hokkaido olan bölgede nefes kesen manzaralar, doğanın sakin döngüsü ve elbette asla eksik olmayan rüzgâr eşliğinde, 16 yıl önce Yotei Altılısı tarafından katledilen ailemizin intikamının peşinde koşacağız. Ana karakterimiz Atsu’nun, Kill Bill’deki Bride edasıyla “öldürülecekler listesi” hazırlamasıyla giriyoruz hikâyeye (Burda hemen not düşeyim, oyun GoT’tan 329 yıl sonra geçiyor ve ordaki ana karakter Jin Sakai ile Atsu’nun herhangi bir bağlantısı yok). Atsu, ailesinin katledildiği geceden sonra anakaraya kaçmış ve orada kendisini eğitmiş, katana kullanmayı öğrenmiş, hatta ünlü Sekigahara Savaşı’na bile katılmış. Hazır olduğunu hissedince de, intikam için Ezo’ya geri dönmüş. Atsu’nun intikam motivasyonu ve öfkesi 16 yılda hiç sönmemiş, aksine gittikçe harlanmış ve bu öfkeyi düşmanları katır kutur doğrarken biz de ellerimizin arasında hissediyoruz, Dualsense sağolsun. Hatta intikam duygusu daha liste yapılırken öyle bir veriliyor ki, intikam kişiselleşiyor, ben resmen kişiselleştirdim yani, öyle diyeyim. Atsu’nun hedeflerini öldürme yolundaki kararlı ve vahşet saçan yürüyüşü, ayrıca ölüp dirildiği iddiası, halk arasında “Onryo” olarak anılmasına ve adeta bir şehir efsanesi haline bürünmesine sebep oluyor. Aynı GoT’ta Jin’e “Tsushima’nın hayaleti” demeye başlamaları gibi. Yapımcılar serideki “hayalet” temasını sürdürmek istediklerini belirtmişlerdi zaten.
Yotei Altılısı, ana düşmanımız Saito’nun en güçlü yancıları ve kendisinden oluşuyor. Saito’nun amacı ve motivasyonu gayet anlaşılır aslında: Şogun anakarayı iyice boyunduruğu altına almış ve Ezo’ya gözünü dikmiş. Saito ise Şogun’un sömürüsüne girmeyi reddediyor ve Ezo’nun özgür kalmasını istiyor. Ama bu uğurda kişisel hırslarıyla Ezo halkına zulmediyor ve Atsu’nun ailesini de öldürüyor. Oyunun girişinde zaten Yotei Altılısından birini öldürüyoruz, geriye kalan beşli ise, haritanın 5 ayrı bölümünde hüküm sürüyor, ilk başta hangisinin peşinden gitmek istediğimiz bize bırakılmış (bu noktada tavsiyem, ilk önce hangi silahı açmak istiyorsanız, ilgili silah ustasının olduğu bölgeye gitmeniz olacaktır). Bu beşlinin her bölgede halka eziyet etmesi, ayrı ayrı yan hikâyelerle veriliyor, halk da Saito’dan kurtulmak istediğinden, namı git gide yayılmaya başlayan “Onryo”dan medet ummaya başlıyor.
Esip geçmeyi anlat...
Hikâyede yer yer pek inandırıcı olmayan detaylar bulunsa da, genel olarak anlatım akıcı ve merak uyandırıcı, arka plan yan görevlerle ve atmosferle çok güzel verilmiş. Her şeyden önce ana düşmanımız sırf kötü olmak için kötü değil, gerçek ve inandırıcı gelen bir motivasyonu var. “Ben burda ne yapıyorum” demiyorsunuz yani, Atsu’nun kişisel intikam amacı dışında, her bölgede hissedilen bir huzursuzluk, ana hikâyeye bağlanan bir çatışma ortamı yaratmayı da başarmışlar. Örneğin Saito her yere Atsu için ilan astırıyor, “kellesini getirin” diye. Oyunun başlarında bu ilan çok basit bir çizimden ibaretken, ilerledikçe ve Atsu daha çok tanındıkça çizimin gittikçe detaylandığını ve Atsu’ya benzemeye başladığını görüyoruz, ayrıca sık sık kelle avcıları ilandaki parayı kapmak için bizi öldürmeye çalışıyor. İşte bu çok basit gibi görünen detay, aslında yaşayan bir açık dünyanın ve oyuncuyu içine çeken atmosferin çok güzel bir örneği.
GoT’ta da bulunan, tamamen siyah beyaz ve sinematik kamera ile oynama imkanı sunan Kurasawa moduna ek olarak, Miike ve Watanabe modları da eklenmiş. Miike modunda Takashi Miike filmlerine saygı duruşu olarak, dövüşlerde daha fazla kan, çamur ve dövüşlere uygun sinematik açılar var, ama bu modda görüş alanında olmayan saldırılar zorlayıcı olabiliyor, yine de ben tüm oyunu bu modda oynadım, pişman değilim. Watabane modunda ise, anime yönetmeni Shinichiro Watanabe’nin yönettiği lo-fi chill müzikler eşliğinde haritayı daha huzurlu bir atmosferde keşfedebilirsiniz. Bu modu ara sıra açtım, ama orijinal müzikleri tercih ettiğim için çok kullanmadım. Kurasawa moduyla oynamayı ise aşırı istiyorum ama oyunun renkleri o kadar canlı ve güzel gözüküyor ki, asla kıyamıyorum, aynısı GoT’ta da olmuştu.
Görsel terapi seansı
GoT’u oynamış olanlar nasıl bir görsel şov sunduğunu ve sanat yönetiminin başarısını hatırlar. Yotei eksik kalmıyor, üstüne PS5’in de gücünü alarak görsel şöleni arşa çıkarıyor. Haritanın 5 ayrı bölgesinde, her bölgeye has bitki örtüsü, renkler, manzaralar gerçekten nefes kesici. Oynarken bu kadar çok ekran görüntüsü aldığım bir oyun olmamıştı herhalde. Yemyeşil ormanlar, kırmızı, sarı, pembe ağaçlar, uçuşan yapraklar, geniş düzlükler, karlara bata çıka yürüyüp kar hasretini tekrar tekrar hissettiğimiz soğuk bölgeler, dik yamaçlar, engin dağlar, nehirler, donmuş göller, geceleri gökyüzünü şenlendiren kuzey ışıkları... Yaşayan bir doğa olduğu hissi öyle kuvvetli ki, yeri geldi bir dağ tepesinde rüzgârı resmen yüzümde hissettim, yeri geldi bir şelalenin karşısında dakikalarca etrafımı izledim, doğa sesleriyle beraber huzur buldum. Bu oyun bana terapi oldu anlayacağınız. Doğa ile huzur bulan herkesin bu oyunu özel bir yere koyacağından eminim o yüzden. Manzaralar dışında da her şey o kadar estetik ki; kıyafetlerdeki, silah setlerindeki tasarımlar, ayrıntılar... Oyunun her yanından nazik bir Japon estetiği akıyor.
Bir de açık dünyanın ne kadar güzel ve örnek alınması gereken bir tasarımı olduğu konusu var. Yüksek bir yerden baktığınızda oyun alanının büyük bir kısmını görebiliyorsunuz; örneğin bir bölgeyi diğer bölgeye bağlayan bir nehir, uzaktaki Yotei dağı... Haritayı açmanıza gerek kalmadan “şurası şuraya gidiyor” diye de anlıyorsunuz, bu yeni nesil Zelda oyunlarını hatırlatan açık dünya kullanımı ve haritanın işaret dolu olmayışı öyle ferah bir hissiyat ki... The Witcher 3 oynadığım en iyi oyunlardan biri olmasına rağmen, haritasını açtığımda o soru işaretlerini hatırlamak hâlâ içimi boğar mesela. Ama artık açık dünyalar; Zelda Breath of the Wild ve ardılı gibi, haritanın bomboş olduğu, bizim uzaklara bakıp “orada bir şey var” diyerek kendi işaretlerimizi koyduğumuz şekilde olmalı bana kalırsa. Yotei’de de haritada belli başlı coğrafi şekiller dışında bir işaret olmuyor, biz tepeden bir yerden dürbünümüzü açıp baktığımızda gördüklerimiz haritada otomatik olarak çiziliyor (GoT’ta da o meşhur soru işaretleri vardı bu arada). Bunun dışında harita satan amcadan ufak harita parçaları alıyor, bunları yapboz parçası gibi ana haritaya yerleştiriyoruz, veya karşılaştığımız insanlar “şurada bir bambu kesme yeri var, şurada kurt gördüm” gibi şeyler söylüyorlar, yeni yerler bu şekilde ortaya çıkıyor. Bu da haritada henüz gitmediğim yerlerde bir dolu işaret olmasına oranla çok daha güzel bir sistem bana göre. Sadece şu dürbünü düşman işaretlemek için de kullansak hoş olurdu, ama fazla yakınlaştırıyor ve uzaklaştırma seçeneceği yok, o açıdan tepelerden geniş bir alanı taramak dışında bir işlevi olmuyor.
Balık vermiyor, balık tutmayı öğretiyor
Aksiyon GoT ile aynı temelde; düşmanların kaçılamayan ağır saldırıları ve savuşturulabilen saldırıları olduğu gibi bırakılmış. Ama bu sefer, Atsu’nun elinin altında 5 ayrı silah var. GoT’ta sadece katanamız vardı ve düşman çeşidine göre 4 ayrı duruş seçiyorduk. Yotei’de de mantık aynı, ama duruşların yerine farklı silahlar gelmiş, düşmanın kullandığı silaha göre üstünlüğü olan silahı seçerek savaşıyoruz. Ama bu silahlar oyunun başında bize hazır tepside sunulmuyor. Atsu sadece katana kullanmakta ustalaşmış, bu yüzden diğer silahları kullanmayı öğrenmesi gerekiyor. Haritada yeni yerler keşfettikçe görüyoruz ki her silahın bir ustası var ve görev dizisi ile bu silahları kullanmayı Atsu ile beraber öğreniyoruz.
Örneğin çift el katana kullanmanın püf noktası zamanlamayı doğru ayarlayabilmek, odaçinin püf noktası ise tabii ki o insan büyüklüğündeki büyüleyici kılıcı (ki en sevdiğim) kaldırıp dengede tutabilmeyi öğrenmek. Oyunda mini görevlerle silah ustaları Atsu’ya (ve elbette bize de) silahların doğru kullanımını öğretiyorlar ki bu, karşısına çıkan her silahı hop diye ustalıkla kullanabilen oyun karakterleri düşünüldüğünde çok ince ve gerçekçi bir dokunuş olmuş. Karşımıza çıkan düşman tiplerine göre anında değiştirebildiğimiz silahlarla (düşman da silah değiştirebiliyor bu arada) dövüşler film tadında akıyor. Her silahın ağırlığını hissediyor, farkını da görüyoruz ve gerçekten her birinden ayrı keyif aldım. Kavgalardan hiç sıkılmadım bu yüzden, hatta bittiğinde “yok mu başka karşıma çıkacak” diye bağırdım ekran karşısında Atsu ile beraber. Oyun sizi cidden böyle bir havaya sokuyor. GoT’un da dövüşleri gayet tok ve tatmin ediciydi, ama Yotei’de aldığım keyif GoT’a oranla kat kat artmış durumda. Hele Miike modu açık oynarsanız, düşmanlardan fışkıran kanlarla iyice vahşet saçtığınızı hissedebilir, her savaşın sonunda Atsu’nun kanları silahtan temizlediğini izlerken, oyunun intikam peşinde gözü hiçbir şeyi görmeyen bir Ronin rolüne girmenizi bu kadar başarılı bir şekilde verebilmiş olması karşısında mest olabilirsiniz.
Evet, her silahın ayrı bir temizleme ve kınına sokma animasyonu var ve hepsi birbirinden artistik olmuş, uzun dövüşlerden sonra silahımı kınına sanatsal şekilde geri koymalara doyamadım gitti. Düşmanları silahsızlandıran saldırılar yapmamız da mümkün, ama aynı şekilde düşman da bizim silahı elimizden fırlatacak saldırılar yapabiliyor. Aynı zamanda hem düşmanın düşürdüğü silahı, hem de etrafta bulunan tek kullanımlık silahları alıp uzaktaki düşmana fırlatmak mümkün. Bunlara ek olarak yay, tabanca, tüfek gibi menzilli silahlar; sis bombası, kunai gibi şinobi ekipmanları da elimizin altında (ana silahlar gibi Atsu’nun bunları kullanmayı da öğrenmesi gerekiyor tabii). Böylece dövüşlerde çeşitlilik bol, akıcılık ise yağ gibi. İster gizlilik tercih edin, ister dan dun girişin, oyun ikisi için de bol bol ekipman ve ortam sağlıyor. Ha bir de en önemlisi, birden fazla düşmanla savaşırken öylece sıralarını beklemiyorlar, eğer aralarında kalırsanız sağdan soldan girişiyorlar, o yüzden doğru pozisyon almak şart oluyor. Kalabalık bir grupta, bir yandan ok ya da mermilerden kaçıp bir yandan tek tek düşmanları indirmek biraz kaos oluyor ama bu çok eğlenceli bir kaos, çünkü kendinizi heyecan dozu yüksek bir aksiyon filmindeki önüne geleni pataklayan kahraman gibi hissediyorsunuz. Hem sinir strese de iyi geliyor, daha ne olsun.
Dövüşlerle alakalı tek eleştirim, düşmana kilitlenme özelliğinin pek iyi çalışmaması. GoT’ta ilk başta bu özellik yoktu ve eleştiri konusu olmuştu diye hatırlıyorum, oyunun çıkışından bir süre sonra gelen güncellemeyle eklenmişti ama pek etkili değildi. Eh, Yotei’de de iyi işlediğini ve fark sağladığını söyleyemiyorum. Çünkü düşmana kilitlenmişken bile hâlâ havaya vurduğumuz ya da kamerayı ayarlamakla uğraştığımız anlar olabiliyor, ben kullanmadım o yüzden. Birkaç kez yaşadığım “ya Atsu oraya mı vur diyorum” serzenişi haricinde çok da canımı sıkan bir durum olmadı ama yine de belirtmeden olmaz şimdi. Ha bir eleştirim de yapay zekâya. Hani öyle aşırı can sıkıcı bir halde değil belki ama, pek parlak da değil. Düşmanlar bazen hemen arkalarında suikaste uğrayan arkadaşlarını duymuyorlar ya da duymazdan geliyorlar, sizin nasıl değerlendirmek istediğinize bağlı :P
Silahlar için toplayabileceğimiz çeşit çeşit kılıf dışında, toplanabilecek 12 ayrı zırh ve bir dolu tılsım seçeneğimiz de bulunuyor. Özellikle tılsımların verdiği özellikler Atsu’nun gücünü bayağı çeşitlendiriyor. 5 ayrı giysi seti kaydedebiliyoruz, böylece tek tuşla yakın dövüş, menzilli ya da gizlilik özelliklerini ön plana çıkaran setler arasında geçiş yapabiliyoruz.
Bana sake getir hancı... Kurda da et!
Dövüşlerde her zaman yalnız değiliz, bazen Atsu’ya vahşi bir kurt da eşlik ediyor. Fragmanda gördüğümüzde kurdun kalıcı bir eşlikçi olacağını düşünmüştük, ama başlarda, savaşlarda rastgele ortaya çıkıyor. Açık dünyada tutsak edilen kurtları özgürlüğe kavuşturdukça, kurtla bağımız artıyor ve bunun için ayrı yetenek puanları elde ediyoruz. Buna göre kurt daha sık ortaya çıkabiliyor ya da bizi ölümden kurtarabiliyor. İleride ise şarkı çalarak yanımıza çağırabilir hale geliyoruz. Savaşlarda öyle çok büyük bir etkisi olduğunu söyleyemem (dedi ölmek üzereyken “kurt nerdesin, kurt gelsene!” diye en az 5 kez çığırmış olan yazar) ama, Atsu’nun birçok yönden kendini kurtla özdeşleştirmesi anlamında tatlı bir fikir olduğu kesin. Yediği ayazı da unutmuyor hem kerata.
Ay bir de sake demişken, Atsu yanında sake bulundurabiliyor ve özel yetenekleri kullanmasına imkan sağlayan ruh barını doldurmak için sake içebiliyor. Sonra hafiften kafası güzel oluyor ve ekran kısa bir süre bulanıklaşıyor, şişesini de düşmanların kafasına ya da dikkat dağıtmak adına sağa sola fırlatabiliyor. Dövüşe girmeden önce sakeyi dikip, boş şişeyi düşmanın kafasına atarak kavga başlatmak çok eğlenceli oluyor (hayır canım, gerçek hayatta böyle şeyler yapmıyorum, haşa). Bir de sakeyi anlatırken özel yeteneklerden söz ettim az önce di mi? Laf lafı açıyor işte. Atsu’nun “ruh barı” düşmanları öldürdükçe ya da kusursuz savuşturma yaptıkça doluyor, bununla da her silaha özgü olan, yüksek hasar veren özel yetenekleri kullanabiliyoruz.
Bu kadar güzel manzaralar ve doğa varken, insan “şurada bir durup soluklanayım” diyor bazen. Neyse ki bu sefer kamp mekaniği de oyuna eklenmiş, çok da iyi olmuş. İstediğiniz yerde ateş yakabiliyor, balık ya da mantar pişirebiliyor, ok, bomba gibi ekipmanlar üretebiliyor, şamisen (3 telli bir Japon çalgısı) çalabiliyorsunuz. Bazen kampınıza yoldaşlarınız, tüccarlar, bilgi veren roninler falan da gelebiliyor. Oyun boyunca farklı Şamisen besteleri öğreniyoruz ve bunlar GoT’taki flüt gibi bizi belli başlı yerlere yönlendiriyorlar.
GoT’taki açık dünya aktivitelerinin birçoğu Yotei’de var, ama daha fazlası da var. Kaplıcalar, bambu kesmece, tilki inleri gibi tanıdık aktiviteler dışında, sumie (Çin kökenli, mürekkeple resim çizme sanatı) yapma, çocukken bozuk paralarla masanın üstünde parayı kaleye sokmaya çalıştığımız oyuna benzeyen (bir adı var mı bunun acaba?) bir kumar oyunu, kelle avcılığı ve toplanacak onlarca şapka, silah seti, zırh boyası... Yotei’nin sunduğu oyun alanı sadece görsel bir şölen olmakla kalmıyor, ayrıca dopdolu da anlayacağınız. Haritada işaret olmaması ile keşif duygusunu da tetikliyor, “şurda bir şey olabilir sanki” tarzında oynayan oyuncuları da çok güzel ödüllendiriyor.
Fragmanlarda tek tuşla geçmişe gidip Atsu’nun çocukluğuna dönme mekaniğini görmüştük. Ama bu oyunun her anında olan bir özellik değil, sadece evde yapabiliyoruz. Atsu’nun anılarına şahit olma işlevi gören ve oyunun duygusal yönüne katkı sağlayan bir özellik olmuş.
Performans, kalite ve ışın izleme modları arasında, ben düz PS5’te performans modunda, hiçbir teknik problem ya da bug’a rastlamadan oynadım. Görselliği öve öve bitirememiş olmamdan, kalite modunda da oyunun ne kadar güzel gözüktüğünü anlayabiliriz galiba :P Ortama uyması açısından Japonca seslendirme tercih ettim, ve tabii Türkçe altyazıyla oynadım. GoT’taki çevirinin ağdalı oluşu eleştiri konusu olmuştu ama, ben Feodal Japonya ortamına çok iyi oturduğunu düşünmüştüm. Yotei’de bu biraz daha törpülenmiş, ağdalı dil kullanımı yine var ama bu sefer daha hafif.
“Çiçekler affedicidir... Peki ya kendimizi affetmezsek? İşte o, rüzgârla bizim aramızdadır.”
Ghost of Yotei, her bir dakikasından keyif alarak oynadığım, şahane bir görsellik ve atmosferle hem ruhumun hem kulaklarımın pasını silen, akıcı ve iyice çeşitlendirilmiş aksiyonuyla hiç bitmesin istediğim bir oyun olmuş. Bittiğine üzülüyorum ve ilk kez oynayacak olanları çok kıskanıyorum, bir bu kadar daha içeriği olsa sıkılmadan oynardım. Umarım tez zamanda ek paket getirirler çünkü ben asla doyamadım bu zarafete. Çok oyunculu Legends modu da 2026 yılı içinde gelecekmiş bu arada.
Başlıklar
Ghost of Tsushima’yı sevdiyseniz, Ghost of Yotei’yi daha çok seveceksiniz. 5 ayrı silahla çok daha çeşitlendirilmiş ve akıcı hale gelmiş olan aksiyonu ve her bir yerinden ince ince sızan Japon zarafeti ile bütünüyle çok “güzel” bir yapım.
- Görsellik, atmosfer, manzaralar, doğa, rüzgâr, huzur... Kelimeler kifayetsiz kalıyor
- 5 ayrı silah kullanımı aksiyona çeşitlilik getirmiş
- Silahların her birinin kullanımı ayrı zevkli, her birinin ağırlığı çok güzel hissediliyor
- Hikâye sunumu ve anlatımı başarılı, baş düşmanın motivasyonu inandırıcı, yapım kalitesi üst düzey
- Oynanışa ve atmosfere çeşitlilik (ve lo-fi müzikler) katan 3 ayrı mod
- Tamamen Türkçe
- Düşmana kilitlenme seçeneği hâlâ pek etkili değil, arada havaya vurduğumuz oluyor
- Yapay zekâ pek parlak değil
- Dürbün biraz daha kullanışlı olabilseydi hoş olurdu






























Oyunu bir beklentiye girip beklemedim. Sırf Türkçe olduğu için alacağım. İlk oyunun eşsiz yerelleştirmesi keşke devam etseydi... İnceleme gayet güzel olmuş. 9.0'da verdiyseniz bu durumda Türkçe desteğiyle birlikte bizim için almak şart oldu.. İki - üç ay boyunca oynar keyifli vakit geçiririz artık.
Ben de nerede bir Türkçe oyun görsem destekleyesim geliyor.
Aynen öyle. Satmıyorda dil eklemiyoruz diyenler yalan söylüyor.