Subnautica’nın müthiş başarısının ardından, âdet olduğu üzere, bu türde birçok oyun görür olduk. Kâh balta girmemiş ormanlarda hayatta kalmaya çalıştık, kâh kutupların dondurucu soğuğunda… Ama içlerinden biri vardı ki hem cıvıl cıvıl grafikleri hem de esprili tarzıyla diğerlerinin arasından sıyrılmayı başardı. Belki deli gibi satmadı, belki büyük bir hit olmadı ama kendisine sadık bir hayran kitlesi oluşturmaktan geri kalmadı: Journey to the Savage Planet. Hatta bu başarısı Google’ın gözünden kaçmadı ve internet devi, sadece Stadia için oyun geliştirsinler diye yapımcısını satın aldı. Ama sonra olanlar malum… Stadia apar topar iptal edildi ve bütün stüdyolar kapatıldı. O yüzden Savage Planet’ın devamını göreceğimizi hiç sanmıyordum. Ama işte buradayız. Ve vakit intikam vakti…
Tebrikler, kovuldunuz!
Revenge of the Savage Planet’ta, derin dondurucuda geçen 100 yıllık bir yolculuğun ardından insanoğlunun daha önce hiç ayak basmadığı, uzak bir gezegende gözlerini açan bir maceracıyı canlandırıyoruz. Ancak bu 100 yıllık sürede çok şey değişmiştir. Birincisi, işverenimiz Kindred Aerospace biz uyurken Alta Interglobal adlı bir holding tarafından satın alınmıştır. İkincisi, Alta neredeyse hiç vakit kaybetmeden tüm Kindred çalışanlarını işten çıkarmıştır. Yani artık işsizizdir. Bu gezegene gönderilmemizin hiçbir anlamı kalmamıştır. Bizden sonra gelecek başka hiçbir kolonici yoktur. Dahası, eve geri dönmemizin bir yolu da yoktur. Böylece hem Alta’dan intikamımızı almak, hem de Dünya’ya geri dönebilmenin bir yolunu bulmak için sıvıyoruz kolları…
Ama bu karamsar arka plan hikâyesinin aksine, ilk oyundaki gibi oldukça şapşik bir atmosferi var RotSP’in. Hiç şüphesiz oyundaki en büyük değişiklik birinci şahıs kamera açısını terk edip, üçüncü şahıs bakış açısına terfi etmesi. Açıkçası ilk başta bunun iyi bir tercih olduğundan çok emin değildim; ama oynadıkça çok da bir şey değişmediğini fark ettim. Hatta karakterimizi dışarıdan görmek oyunun mizahi yanını daha da arttırmış. Koşarken kollarını bacaklarını abartılı bir şekilde salladığını, yapışkan yüzeylere basarken ayaklarını iyice havaya kaldırdığını, ya da ne bileyim, öldürdüğü uzaylıların yeşilli morlu sıvılarına bulandığını görmek insanı ister istemez gülümsetiyor.
İkinci en büyük değişiklikse oyunda artık bir değil, keşfedilmeyi bekleyen tam dört gezegen olması. İlk gezegenimiz Stellaris Prime gür ormanları, tuhaf bitki örtüsü ve pofidik sakinleriyle Journey to the Savage Planet’te aşık attığımız dünyayı andırıyor ucundan. Bu tanıdık atmosfer de oyuna daha çabul adapte olmanızı sağlıyor. Burası aynı zamanda ana üssümüzün de bulunduğu yer ve ekipmanımızı güçlendirmek, 3D yazıcımızla yeni alet edevatlar basmak için dönüp dolaşıp bu gezegene geri dönüyoruz. Dilersek içeriyi dilediğimiz gibi dayayıp döşeyebiliyor, kendimize Alta Aerospace’in müthiş (!) ürünleriyle dolu, küçük bir yaşam alanı kurabiliyoruz. Hatta bunlardan bazılarıyla küçük ama esprili etkileşimlere girmek de mümkün (Hiçbiri mi düzgün çalışmaz arkadaş?) Ek olarak hem bu gezegende hem de diğerlerinde yakaladığımız uzaylı canlılarla bir tür hayvanat bahçesi de kurmak mümkün.
Uçsuz bucaksız çöllerle kaplı Xephyr, buz ve ateşin tuhaf bir karışımı olan Zenithian Rift ve Afrika bozkırlarını andıran Quasadron IX köşesini bucağını araştırıp, sırlarını keşfedebileceğimiz diğer gezegenler. Oyunu bitirdiğimizde ekstradan bir gezegen daha açılıyor. Hepsinde de ekipmanlarımızı geliştirmemizi sağlayacak çeşitli upgrade malzemeleri, çeşitli yan görevler ve boss savaşları bulunuyor. Tıpkı ilk oyundaki gibi işin içinde yine metroidvania öğeleri var ve ilk başta her yere gidemiyor, her şeyi alamıyoruz.
Ciuv! Ciuv!
Her gezegenin kendine has bitki örtüsü ve canlıları da var. Ve bunların çoğu düşman… Oyunun zırt dediği yer de aslına biraz burası oluyor. Çünkü savaş mekanikleri… Nasıl desem? Çok basit, çok yavan. Yapımcılar savaş mekaniklerinin üstüne yeni bir şeyler eklemek için epey uğraşmış aslında ama yeterli olmamış, olamamış. Sadık lazer tabancamız ve fırlatma kancamız yerini koruyanlar arasında. Bunlara elektrikli bir kamçı/kement, manyetik yüzeyleri hareket ettirmemizi sağlayan metal bir çatal ve içine su, lav, balçık vs doldurabileceğimiz bir silah eklenmiş. Balçık tabancasıyla düşmanları çamura bulayıp onlara elektrik çarptırabiliyor veya alev almalarını falan sağlayabiliyoruz. Ama çoğu durumda bu zahmete hiç katlanmadım desem yeridir. Daha çok lazer tabancamla işlerini bitirmekle yetindim.
İşin kötüsü neredeyse her adımınızda üstünüze bir şeyin saldırması. Bu da ilk başlarda bol bol ölmenize, oyunun ikinci yarısındaysa sıkıntıdan patlamanıza neden oluyor. Çünkü işin keşif kısmına odaklanmak, çevresel bulmacaları çözmek istiyorsunuz ama rahat vermiyorlar ki kardeşim! Bin kere öldürdüğünüz, bir sıkımlık canı olan börtü böcek ısrarla, inatla, hunharca ve bıkmadan size saldırmaya devam ediyor. Çatışma mekanikleri de çok sığ olunca “yeter artık Satürn aşkına!” diye bağırasınız geliyor. Bir şeyleri tekmelemek, uzaylı canlıları patlatmak, karakterimizin abartılı el kol hareketlerine gülmek başta eğlenceli olsa da ilk birkaç saatin ardından hepsinin çabucak bayatladığı da yadsınamaz bir gerçek…
Teknik anlamda başarılı bir yapım RotSP. 20 saate yakın oyun sürem boyunca hiçbir hataya rastlamadım. Ama konsol sürümünde FPS düşüşleri olduğu söyleniyor. O yüzden PC daha iyi bir tercih olabilir. Western sosu katılmış müzikleri de gayet başarılı ama o kadar azzzz duyuyoruz ki bu güzelim tınıları, yazık etmişler demeden edemedim.
Uzun lafın kısası ilk oyunu sevdiyseniz, aynısından daha fazlaya itirazınız yoksa ve üçüncü şahıs kamera açısını sorun etmiyorsanız Revenge of the Savage Planet’in başında eğlenceli saatler geçirmemeniz için ortada bir sebep yok. Ama aklınızdan yıllarca çıkmayacak bir deneyim de beklemeyin.
Başlıklar
Keşfedilebilecek dört yeni gezegeni, cıvıl cıvıl grafikleri ve yer yer agresif mizahıyla en az ilki kadar eğlenceli bir oyun Revenge of the Savage Planet. Ama tekdüze çatışma mekanikleri ve neredeyse hiç durmadan üzerinize saldıran düşmanları yüzünden bir süre sonra kabak tadı vermeye başlıyor.
- Dört+bir gezegen
- Mizahi yapısı
- Cıvıl cıvıl grafikleri
- Çatışma mekanikleri hâlâ çok yavan
- Aynı düşmanlarla on yüz milyon kere savaşmak çabuk sıkıyor






















